Ülkemizin şaha kalkışının hedeflendiği yüzyıl sloganları her ne kadar insanı gururlandıran bir adrenalin yükselmesine neden olsa da fırınların önünde askıda ekmek almak için oluşan uzun kuyrukları görünce düşünmeden edemiyor insan; “Şahlanıyor muyuz yoksa Şah mat mı oluyoruz” diye!
Ülke yönetimine talip olan siyasal partiler ve yöneticileri halkın huzur ve refahını daha iyi bir seviyeye yükseltmeyi hedeflemektedirler. Önlerine çıkan her türlü engeli devlet mekanizmasının dev çarkları sayesinde aşmak için politika üretirler ve bu yolda çaba sarf ederler. Her hangi bir aksama ile karşılaştıklarında önce uygulamakta oldukları politikaları gözden geçirirler bir sonuç çıkmaz ise halka başvurarak yeni yöntemler için yetki talebinde bulunurlar.
Kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin ülkemizin 2002 model iktidarı yola koyulduğunda hem ekip olarak hem politik tercih olarak hem de halkın duygularına sahip bir anlayış olarak başarılı bir çıkış yapmıştı. Yolda kervana katılanlar yola başlayanları dışladı ve yenileneyim derken eldeki gitti. Hani şu meşhur:“Dimyata pirince giderken bulgurdan olmak” hikâyesi var ya işte o tekerrür etti desek çok da yanlış olmaz.
Her ülke kendine uygun gördüğü bir yönetim modeli ile halkının huzur ve refahını veya yönetiminin huzur ve refahını korumaya çabalar. Yönetim şeklinin ideal olup olmaması önemli değil. Koşullar çoğu zaman kendi modelini oluşturur. Tarih bu konuda iyi bir tanıktır. Yönetim modellerine baktığımızda farklılıkları daha net olarak görebilmekteyiz.
Aristokrasi soyluların. Meritokrasi en liyakatli olanların. Plütokrasi varlıklıların. Demokrasi halkın. Etnokrasi bir etnik grubun. Stratokrasi Askerlerin. Teokrasi din önderlerinin. Teknokrasi uzmanların. Timokrasi zengin ve güçlü olanların.
Bu modellerden hangisi ile yönetiliyor olursa olsun eğer bir ülke halkın taleplerine cevap bulamıyorsa sıkıntılı bir süreç yaşıyor demektir. Halkın temel talebi ise huzur, aş ve iştir. Halkın kendini güvende görmediği hiçbir sistem başarılı değildir. Halkın aç ve işsiz olduğu hiçbir sistem başarılı değildir.
Fırınların önünde uzayan ekmek bekleyen insan dizilişlerini görünce karamsar olmamak imkânsız. Ucuz halk ekmeği kuyruğu ve askıda ekmek kuyrukları insanın başını öne eğdiren manzaralar. Son dönemde artan genç işsiz intiharları da sorunun başka boyutu. Bu konu ile ilgili meşhur hikâyeyi hatırlatmakta fayda var. 1789 yılının Ekim ayında, fakir kadınlar, düzenin değişmesi yönündeki taleplerini Kral'a duyurma adına Versailles sarayı önünde yürüyüş yapıp slogan atarken söylentiye göre, yanındaki kişilere; “kadınların ne istediğini' soran Kraliçe Marie Antoinette'e, “ekmek istiyorlar” denmiş. Kraliçe de bu söze ; “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” karşılığını vermiş. Her ne kadar kraliçenin durumu tam olara anladığında; "Kendi bahtsızlıklarına rağmen bizlere böylesine iyi davranan bu insanları gördükçe, onların mutluluğu için kesinlikle daha sıkı çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu gerçeği kral da görmektedir. Kendi adıma konuşmam gerekirse, taç giydiğim günü -yüz yıl bile yaşasam da- hayat boyu unutmayacağım" dediği not edilmiş olsa da “ekmek yoksa pasta yesinler” sözü tarihteki yerini almıştır.
Fırınların önünde fakirlerin ekmek kuyruğunda sıra bekleyişlerini görünce insan bir of çekmeden geçemiyor. Fırınların önünde uzayan ekmek kuyrukları iyi görünmüyor hatırlatması yaparak konuyu kapatalım.