Türkiye, 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramını kutlayacak. Cumhuriyetin ilanının 101. yıl dönümündeyiz. Yüz yılı deviren bir Cumhuriyet ülkesi olmanın gururunu, onurunu, mutluluğunu yaşıyoruz.

 Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ilk Meclis'te ilan ederek gelecek nesillere emanet ettiği, bugün bizlerin sahip çıktığı Cumhuriyet, korunması ve kollanması gereken kutsal bir değerdir.

Şehit kanlarıyla sulanan vatan topraklarında, günümüzün çağdaş insanları, Cumhuriyet sayesinde özgür birey olarak yetişiyor. Laik demokratik üniter devlet yapısına ve cumhuriyet ilkelerine sahip çıkmak her Türk vatandaşının asli görevidir.

OSMANLIDAN 30 EKİM 1923 SABAHI KALANLAR

NÜFUS

Nüfus 13 milyon kadardı, kadardı diyorum çünkü tam olarak onu bile sayabilecek durumda değildi. Bu nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede bulunuyordu ve önemli bir bölümü göçebelikten kurtulamamıştı.

KÖY SAYISI

Köy sayısı 40 bindi. 37 bin köyde okul yok, PTT yok, radyo yok, yol yok… 11 Milyon insan köyde yaşıyor ve oku yazar oranı sadece yüzde 2. Kurtuluş savaşı sırasında düşman kuvvetlerince, 830 köy tümüyle, 900’den fazla köy ise kısmen yakılıp yıkılmış. 11 bin 404 bina hasar görmüş vaziyette.

YOLLAR

Dört mevsim kullanılabilir yol yok denecek kadar kıt. Olanlar da kışın kullanılamaz halde. Ülkenin toplam karayolu uzunluğu 2 bin beş yüz Km. kadar. Demiryolu ağı ise 4 bin yüz on iki km. Anadolu’da bir metre bile bize ait demir yolu yok, tamamı yabancıların.

DONANMA

Donanmamız II. Abdülhamit tarafından Haliç’e hapsedilmiş, çürütülmüş. Bir tane gemi bile işe yarar durumda değil.

TARIM

Nüfusun yüzde 82’si tarımla uğraşıyor. Toplam ulusal gelirin yüzde 58’i tarımdan elde ediliyor. Yine tarım en ilkel usullerle yapılabildiği için verim çok düşük. Ekmeklik un bile dışarıdan getiriliyor. Köylü topraksız. Sabanı ve öküzü bile yok. Özellikle doğuda aşiretlerin, ağaların, şeyh ve şıh’ların elinde.

SAĞLIK

Sağlık içler acısı. Tüm ülkede sadece 337 doktor var. 150 kadar ilçe doktorla tanışmıyor. Doktor başına düşen insan sayısı 30 bin kişi. Sağlık memuru dersen 434 kadar. Pek az şehirde eczane var. Eczane sayısı ise tüm yurtta toplam 60 kadar, onların da neredeyse tamamı yabancıların elinde. 3 milyon kişi trahomlu, sıtma, tifüs, verem salgın halde. Nüfusun yüzde 14’ü sıtmalı, yüzde 9’u frengili, yüzde 72’den fazlası tifüse yakalanmış. Ülkedeki evlerin yüzde 97’sinde tuvalet yok, nüfusun yüzde 50’si bildiğiniz hasta. Bebek ölümlerindeki oran ise içler acısı; doğan her 10 bebekten 6’sı ölüyor.

TEKNOLOJİ

Telefon, motor, makine yok denecek kadar az. Ülke teknolojiden yoksun. Radyo yok, sinema sadece birkaç büyük kentte var.

EKONOMİ

Yine ekonomi içler acısı. Kapitülasyonlar herkesin belini bükmüş. Genel borçlar (Duyun-u umumiye) devlet içinde devlet gibi, ülkenin gırtlağına çökmüş vaziyette. Ne kadar sanayi ürünü varsa dışarıdan alınıyor. Şeker, un hatta bildiğiniz kiremit bile dışarıdan alınıyor. Bütün ülkede Osmanlıdan kalan sanayi kuruluşu toplam 282 adet kadar. Bunlardan sadece yüzde 9’u devlete ait bu kuruluşlarda sermaye ve emeğin sadece yüzde 15’i Türklerin elinde, yüzde 85 yabancıların ya da azınlıkların elinde.

MADEN ve LİMANLAR

Madenler, limanlar ve demiryolları yabancıların elinde. Gıda, deri ve dokumadan başka bir şeyimiz yok. Onlar da kendi ihtiyaçlarımızı bile karşılayabilecek durumdan çok uzak.

SANAYİ

Osmanlı'dan kalan sadece 4 adet fabrika var. Birisi Hereke ipek, birisi Fesane yün ve iplik, birisi Bakırköy bez dokuma, birisi de Beykoz deri ve kundura fabrikası, hepsi bu kadar. Sanayi gelişmemiş, iktisatçı çok az, onların da çoğu bildiği ve okuduğuyla yetiniyor. Mühendis zaten yok, ara eleman bile yok. Sanayi gelişmemiş, iktisatçı çok az, onların da çoğu bildiği ve okuduğuyla yetiniyor. Mühendis zaten yok, ara eleman bile yok. Ülkede elektrik sadece İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde var. Mübadele ile göçmen gelen 400 binden fazla kişiyi doyurmak için bile askerin harp stokları kullanılıyor.

EĞİTİM

Eğitimden de söz edelim mi? Zorunlu eğitim alması gereken okuma yaşındaki her 4 çocuktan sadece 1’i okutulabiliyor. Erkeklerin yüzde 7’si, kadınların da sadece binde 4’ü okuma yazma biliyor. Doğudaki Kürt vatandaşların yüzde 1’i bile okuma yazma bilmiyor. Tüm ülkede toplan 4894 ilkokul bulunuyor. Bu okullardaki öğrenci sayısı 341 bin 941. Bu sayı ise zorunlu eğitim görmesi gerekenlerin sadece 4’te biri. Tüm ülkede sadece 72 Ortaokul var. Bu ortaokullardaki öğrenci sayısı ise toplam 5 bin 905 öğrenci öğrenim görüyor. Yine tüm ülkede sadece 23 lise var ve yalnızca 1241 öğrenci okuyabiliyor. Ortaokullarda okuyan öğrencilerin sadece 543’ü, lisede okuyan öğrencilerin ise sadece 230’u kız öğrenci. Öğretmenlerin 3’te biri eğitim görmemiş, Türk okullarının azlığı ve niteliklerinin yetersizliğine karşın, yabancıların okulları daha çok ve nitelikleri üstündü. Medreseler askerden kaçanlar ve bağnazların yuvası haline gelmiş, hurafeleri din diye öğreten ve öğrencilere “salavat-ı terficiye” çektiren bir anlayış egemen. Yine tüm medreselerde Türkçe yasak edilmiş, Arapça hâkim olmuş. Ülkede sadece 1 üniversite var (Darülfünun) o da yüksek medrese düzeyinde eğitim – öğrenim veriyor. Çağın gelişmelerine kapalı, akıl ve bilim çoktandır içeri girememiş. Okuryazar halk arasında kitap okuyan yok. Matbaanın gelişi olan 1729’dan 1830’a kadar olan 100 yılda Osmanlı’da basılan kitap sayısı sadece 180 adet. Aynı dönemde batıda 90 bin adet.

Ülkede basının toplam tirajı ise 100 bini geçmiyor. Gazete ve dergi sadece İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde ve o da az sayıda bulunabiliyor ve okunuyor. Kütüphane, müze çok az hatta yok gibi. Resim ve heykel yok, spor yok, ulusal ve evrensel müzik yok. Tiyatro yok, sinema sadece birkaç büyük ilde ve çok az sayıda var. Radyo yok, halkı bilinçlendirecek, aydınlatacak kurumlar yok. Halk adeta kendi kaderine terk edilmiş vaziyette, eğitimsiz ve bağnaz cami imamlarına tarikat şeyhlerine, medrese ehlinin bilgi ve inisiyatifine terk edilmiş durumda. Halkta tarih bilinci yok, tarih denince peygamberlerin ya da padişahların hayat hikâyeleri anlaşılıyor. Halk Arkeolojik tarihten zaten bihaber durumdadır. Türkçe ihmal edilmiş, sözcükler unutulmuş, Türkçe Türkçe’likten çıkartılmış gibi, dilin adına yeni bir icatla “Osmanlıca” denilmiş, dahası eklemeli ve sesli harf sayısı çok fazla olan Türkçemiz varken, Türkçeye hiç uymayan çekimli ve sesli harf sayısı çok az bir dil olan Arapça alfabeyle yazılmaya çalışılır olmuş.

KADINLAR

Kadınlar ikinci sınıf bile değil, sınıf bile sayılmaz durumda, medeni, sosyal ve siyasal haklardan yoksun. Kadın erkek eşitliği yok. Bir gün kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olacakları, Avukatlık, Hâkimlik, Doktorluk, şoförlük, Pilotluk, Profesörlük, Milletvekilliği, atletizm yapabileceği hayal bile edilemiyor.

HUKUK, YARGI

Hukuk ve yargı sistemi anayasal düzen, hatta takvim, saat, ölçüler bile çağa uymamakta, kılık kıyafet Atatürk’ün deyişiyle “ne milli ne beynelmilel, gülünç durumda.” Halk her bakımdan çağdaş dünyanın çok gerisinde, ağırlık, uzunluk ölçüleriyle, giyim kuşam adeta ortaçağda yaşıyor gibiydi. Halkta biat kültürü yerleşmiş, 600 yıldan fazla devam eden saltanat sistemi içinde halkın kaderi hep padişahın iki dudağı arasında olmuş. Padişah “Rai (çoban)” mantığıyla, “Reaya (sürü)” diye gördüğü halkı gütmüş, saray-devlet adamları, din adamları, gayrimüslim zenginler ayrıcalıklı, “Havas” yani “Üstün sınıf”; Müslüman Türk halkı ise alt tabaka yani “Avam” görülmüştü…

KISA SÜREDE DURUM TERSİNE ÇEVRİLDİ

Unuttuklarım da vardır ancak işte bu senin beğenmediğin cumhuriyet mucizesi bu korkunç tabloyu çok kısa bir zamanda tamamen tersine çevirmeyi başarmıştır. Bunca yokluk, yoksulluk ve geri kalmışlık içinde Atatürk ve çevresindeki devrimci kadro sadece 15 yıl gibi kısa bir süre içinde dünyaya parmak ısırtacak bir başarıya imza atmıştır. İstersen tablo nasıl tersine döndürüldü ona da bakalım;

Atatürk Cumhuriyet mucizesine imza atarken, ilk on yıl içinde bir büyük isyan (Şeyh Sait İsyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmi seferberlik ve büyük dünya krizi yaşanmıştır. Cumhuriyet kısıtlı bütçesine rağmen yabancılardan çok fazla borç almadan Atatürk’ün dehasıyla kalkınmayı başarmıştır.

“1923 İzmir İktisat Kongresi” ile başlayan kalkınma sürecine denk bütçe, açık diplomasi, “Yurtta ve dünyada barış” ilkeleriyle hareket ederek başarılmıştır.

Demokrasi ve anayasal düzeni cumhuriyet getirdi. En kararlı bir şekilde “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” diyerek, insanlara Millet oldukları duygusunu teslim etti. “Kul birey, Ümmet de Millet” oldu. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Avrupa’da faşist diktatörlükler kol gezerken Atatürk ülkesinde demokrasiyi uyguladı. Ülke yönetimini saltanat soylularının elinden alarak gerçek sahibine, yani halkın kendisine teslim etti. Dil ve tarih bilinci oluşturuldu.

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Denir” diyerek Türkiye’deki herkes, ırkına, cinsine, dinine bakılmaksızın “Türk Milleti” sayıldı.

Harf devrimi yaparak 54 bin 50 millet mektebi açıldı. Bu mekteplerin 35 bin 462’si köylerde açıldı. Bu mekteplere 1929-1934 yılları arasında (5 yıl) 2 milyondan fazla kişi devam ederek eğitildiler. Bu mekteplerde 1 milyon 124 bin 926 kişi yeni harflerle okuma yazma öğrenip diploma aldılar. Kadınlarda okuryazarlık belgesi alan sayısı ise 152 bin 968 dir. Okuma yazma oranı sadece 7 yılda yüzde 300’den fazla artmıştı. (Kadınlarda binde 4’ten yüzde 8’e, erkeklerde ise yüzde 7’den yüzde 23’e yükseldi.) Cumhuriyet; tekke ve zaviyeleri kapatarak tarikatlara son vermiş, falcılık, üfürükçülük ve din istismarcılığı ile mücadele ederek hurafe bataklığında debelenen bir topluma gerçek dinini yaşatmak için mücadele başlattı. Kutsal kitap Kur’an-ı Kerimi ve sağlam hadis kaynakları Türkçeye tercüme edildi. Laiklik ilkeler gereğince din adamlarının devlet işlerine karıştırılmasının yolunu kapatarak, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. “Kimsenin inanışına engel olunamaz… biz düşünceyi ve inanışa saygılıyız…” diyerek inanç ve ibadet özgürlüğü getirildi. Kılık kıyafet ve şapka devrimi yapılarak Türk halkını çağdaşlıktan uzak görünümden kurtarıldı, şapka giyilince dinin elden gitmediği gösterildi. Çağdaş dünyanın kullandığı alfabe, takvim ve saat ölçüleri, hafta sonu tatili kabul edilerek ticari ve kültürel alanlarda tüm dünya ile entegre olunması sağlandı. Eski hukuk sistemi değiştirilerek çağdaş dünyanın kullandığı, zamana ve hayata, yaşama uygun hukuk sistemi özellikle kadınlar için “Mecelle”nin yerine Türk Aile yapısına uygun İsviçre Medeni Kanunu kabul edildi ve uygulamaya konuldu. Ceza Kanunu Kabul edilerek Osmanlı’daki hukuk karmaşasına son verildi.

Kadınlara çok geniş haklar verilerek onlara çağdaşlığın içindeki yerleri teslim edildi. “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”yla yamalı bohça görünümündeki çok başlı eğitim sistemine son verilerek eğitim-öğretim birleştirildi. İlkokuldan üniversiteye cumhuriyet okulları açıldı. Atatürk, Türkiye’nin dört bir yanında Halkevleri-Halkodaları açtırarak, yüzyıllardır cahil bırakılmış, eğitimle, sanatla, kültürle, bilimle bütün bağları kopartılmış Anadolu insanını her konuda aydınlatmaya çalıştı. 1934’te çıkartılan “İskân Kanunu” ile yoksul köylü toprak sahibi olmuş, Aşiret ağaları, şeyh, şıh’ların karşı duruşlarına rağmen, köylüyü bunların elinden kurtararak kendi özgürlüğüne kavuşmasının yolunu açıldı. Tarım devrimi gerçekleştirildi, ülkeyi kendi kendine yetebilecek bir ülke haline getirildi, bu dönemde tarımda büyüme hızı yüzde 5,1 olarak gerçekleştirildi.

İzmir İktisat Kongresiyle Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını başlatıldı, “Karma Ekonomi” benimsenmiş ve yerleştirildi. 1926-1939 arasında Türkiye’nin değişik bölgelerinde 28 büyük fabrika kuruldu. Yine Atatürk’ün döneminde ülkede büyüklü küçüklü 1000’den fazla, sadece Atatürk Orman Çiftliğinde 8 fabrika kuruldu. 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152 artarken toplam sanayi üretimi yüzde 80 artış gösterdi. Artış; kömürde yüzde 100, kromda yüzde 600 diğer madenlerde yüzde 200 olurken demir üretimi sıfırdan 180.000 tona çıkarıldı. Şeker üretimi ise 200 misli arttı. 1930 yılında “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu” ve yine aynı yıl Merkez Banka’sının kuruluşu çerçevesinde, Türk Lirasının İngiliz Sterlini, ABD Doları ve İtalyan Lireti karşısındaki değeri yükseldi. 1924-1938 arasındaki büyüme hızı yüzde 10’un altına düşmemiştir. Enflasyonsuz büyüme gerçekleştirildi, GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) 3 katına, kişi başına milli gelir 2 katına çıkartıldı.

1923-1938 arasında 11 yıl boyunca gelir-gider eşitliği sağlanabildi (denk bütçe), üç yıl gelir-giderden fazla olması başarıldı. 1938’e Gelindiğinde Merkez Bankası'nda 36 milyon dolar döviz, 26 ton altın vardı. Artık şeker, çimento, kereste ve deri üretiminde milli ihtiyacın tamamı, yünlü dokumada yüzde 83’ü, pamuklu dokumada yüzde 43’ü, kâğıtta yüzde 32’si, camda ve cam eşyada yüzde 63’ü milli üretimle karşılanabilmekteydi. 1938’de devletin Osmanlı borçlarından başka borcu yoktu. Ülkede bulunan ve yabancı kontrolünde olan demiryolları satın alınarak millileştirilmişti, üzerine Osmanlının 100 yılda yaptırdığı, üstelik tamamın yabancıların elinde bulunan demiryolu kadar da (4 Bin Km.) demiryolu ağını da sadece 10 yılda genç cumhuriyet yaptırmıştı.

1926 yılında “Tayyare ve Motor Türk A.Ş” kuruldu ve bunu takiben 1928 yılında Kayseri’de bir uçak fabrikası kurularak üretime başladı. Bu uçak fabrikası 1938 yılına kadar 15 Ad. Junkers A 20 Uçağı, 15 Ad. ABD Havk Muharebe uçağı, 15 Ad. Gotha İrtibat Uçağı üretti. Yurt dışından uçak siparişleri alındı. Kayseri uçak fabrikası kapatılana kadar toplam 212 uçak üretildi. Cumhuriyetin Sağlık Bakanlığı’na ait bir avuç idealist Cumhuriyet doktoru ve sağlık personeli sayesinde etkin bir mücadeleyle salgın hastalıkların kökünü kazındı. 1923 yılındaki durum 1928 yılına gelindiğinde ülkenin yüz akı bir görünüm ve etkinliğe ulaşıldı. 1924 yılında 150 ilçede muayene ve tedavi evi açıldı. Hastane sayısı 1940’ta 198’e ulaştı.

Manisa ve Elazığ’da ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri, Ankara ve Konya’da doğum ve çocuk bakımevleri açıldı. Adana, Malatya, Gaziantep, Kilis, Besni’de trohom savaş hastaneleri açıldı. Adana, Gaziantep Malatya, Urfa ve Maraş’taki mücadele sırasında toplam 120 yataklı trohom hastaneleri kuruldu ve yalnızca 1934 yılında müracaat eden 87.000 kişiden 2.215’i tedavi, 4.318’i ameliyat yapıldı. 1925-1931 arasında ülkede genellikle 40 bin trohomlu tedavi edildi. Adana’da sıtma enstitüsü hizmete girdi, değişik bölgelerde 11 sıtma dispanseri kuruldu. 1931 yılına kadar 2 milyon hasta tedavi edildi. 1924-1938 arasında 17 milyon sıtmalı kontrolden geçirildi, 5 milyonu tedavi edildi. 350 kilometre bataklık kurutuldu, 1000 km kanal açıldı. Sıtmayla mücadele konusundaki bu büyük başarının dünyada eşi benzeri yoktur. 1922’de 22 olan Kızılay dispanseri sayısı 1932 yılında 339’a, yatak sayısı ise 189’dan 1318’e çıkartıldı. Sanattan, sanatçıdan, tarihten, kültürden bihaber olan halk bunlarla cumhuriyet sayesinde tanıştı. Sporun sadece güreşten ibaret olmadığı cumhuriyet sayesinde öğrenildi, yüzme, atıcılık, atletizm, havacılık sporları da tanıtılarak halka sevdirildi. Özellikle de Türk kadını sporla tanışmıştı. Ülkenin değişik yerlerinde örnek çiftlikler kurularak, modern tarım, hayvancılık gibi konularda halka öncülük edildi.

Doğaya ve çevrenin korunmasına önem verildi, öncülüğünü de bizzat Atatürk yaptı. Bunu da Yalova’da bir çınar ağacının dalını korumak için ağacın hemen yanındaki köşkünü altına raylar yerleştirerek birkaç metre yana kaydırarak gösterdi. “Yürüyen Köşk” diye adlandırılan o köşk halen Yalova’da yaşamaya devam etmektedir. Atatürk’ün ve cumhuriyetin 15 yılda yaptıklarının sadece bir kısmı bunlar. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır.

Yaşasın Cumhuriyet.