İnsan hakları, kişi hak ve hürriyeti, ifade özgürlüğü, temel hakların kullanılması konularında önüne geçilemeyen geri gidişimiz partnerliğine soyunduğumuz Avrupa Birliği ülkeleri tarafından artık somut bir şekilde “araya boşluk girdiği” belirlemesiyle ortaya konmaya başlandı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ile başlayan gerilim süreci ülkemizin sözleşme kurallarına uymaması nedeniyle Avrupa Birliğine katılım sürecini de olumsuz olarak etkilemektedir. Her ne kadar ülkenin stratejik konumu önemli avantajlar sağlamakta olsa da uygulanan yönetim modeli ve yasalara uyma konusundaki sıkıntılar nedeniyle çağdaş medeniyet seviyesine çıkma gayretleri sekteye uğramaktadır. Bunun son örneğini Avrupa Parlamentosunun Eylül ayının ikinci haftasında ( 13 Eylül) aldığı Türkiye raporunda da görmekteyiz. Avrupa Parlamentosu daimi Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan ve 18 Temmuzdaki AP Dışişleri Komisyonu tarafından kabul edilen Türkiye raporu 12 Eylülde yapılan AP oturumunda ele alındı ve ardından 434 kabul,152 çekimser ve 18 red oyu ile kabul edildi.
Ela alınıp kabul edilen raporda her ne kadar bazı konulardaki gelişmeler ve katkılar konusunda iyi niyet göstergeleri ortaya konmuş olsa dahi sonuç itibariyle ülkemizin aleyhine ve ciddi uyarılara yer verildiğini belirtmek gerekmektedir. Birçok konuda ülke yönetiminin kınandığı raporda ayrıca mevcut durumun sürmesinin tehlikesine de dikkat çekilmektedir.
Demokratik gerilemenin son bir yılda da sürdüğünün belirtildiği raporda özellikle İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmaması , çevrimiçi sansür, eleştirel seslere baskı ve Dezenformasyon Yasası gibi bir dizi uygulama ve düzenlemeye dikkat çekildi. Raporda, yargı bağımsızlığının eksikliği ve yargı sisteminin siyasi olarak araçsallaştırılması kınandı. Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 46’ncı maddesi uyarınca tüm Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını tamamıyla uygulama çağrısı da yapıldı.
Son bölümünde bundan sonraki dönemde AB-Türkiye ilişkilerinin gidişatı ele alındığı raporda; Türkiye'nin siyaset, ekonomi, enerji ve dış politika alanında stratejik öneme sahip bir ülke ve bölge istikrarı açısından kilit öneme sahip bir ortak olduğu kaydedilirken, tüm bahsedilen noktalar ve Türk hükümetinin izlediği yolda köklü değişiklikler yapmaması neticesinde, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin mevcut koşullarda devam edemeyeceği bildirildi. Rapor, hükümete, AB kurumlarına ve üye ülkelere çağrı yaparak, mevcut çıkmazdan çıkılmasını ve daha yakın, dinamik ve stratejik ortaklığa doğru ilerlenmesini istedi. Güncellenmiş bir gümrük birliğine desteğin teyit edildiği raporda, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar ile egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı ile azınlık haklarına saygının AB-Türkiye ilişkilerinin merkezinde kalması gerektiğinin altı çizilmiş durumda.
Bu durumun ülkenin rotasının belirlenmesi konusunda dikkat çekici son noktalardan biri olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. AB açık bir şekilde ülkedeki mevcut yönetim sisteminin ve mantalitesinin sürmesi durumunda tam bir ortaklık anlaşmasının mümkün olamayacağını ortaya koyuyor. Bu durumda ortaya ikili bir tercih durumu ortaya çıkıyor:
- AB‘ye katılımı için ortaya konan AB sözleşmeleri ve Venedik kriterlerinde de belirtildiği gibi demokratik normlara dönmek.
- Demokratik kriterleri bir yana bırakarak yüzümüzü tamamen Ortadoğu’ya çevirmek.
Cumhuriyeti kuranların ortaya koydukları hedefin “Çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmak olduğunu” hatırlayacak olursak izlenecek yolun da açık olduğu ortada. Yarınlarda daha büyük pişmanlıklar yaşamamak için artık aynaya bakmanın zamanı. Pire için yorgan yakma mantığı bir kenara bırakılmalı bilgi toplumunun gereği olarak doğru kararlar alınmalıdır.