Geçenlerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü münasebetiyle Çevre Gönüllüleri Derneğinin BATSO toplantı salonunda düzenlediği etkinliğe çevreci dostların daveti ile katıldık. Her ne kadar üyeleri değilsek de yıllardır bu arkadaşların gönüllü çalışmalarını yakından takip etmekteyiz. Bu çabalarını takdirler karşılıyor, başarılar diliyoruz.

Konuyu gündeme almanın sebebi elbette sadece arkadaşlarımızın çalışmalarını kutlamak değil. Toplantıda paylaşılan bilgilerin yarattığı etki. Toplantının açılış konuşmasını yapan değerli hocamız Hasan Erdal Bey son yıllarda karşı karşıya kaldığımız iklim değişikliği ve küresel ısınmanın neden olduğu ve olacağı sıkıntılar konusunda epey aydınlatıcı bilgiler verdi. Bu bilgilerin içinde verilen bir ayrıntı karşısında utanç duyduğumuzu belirtmekte fayda var.

Yapılan bir bilimsel araştırma sonucudur bizi utandıran. Avrupa ülkeleri arasında yapılan bir araştırmada en kirli havalı on şehrin içinde kalan sekiz şehir ülkemizde bulunmaktaymış. Yani Türkiye Avrupa düzeyinde en kirli havalı şehirlerarasında son on’un sekizine sahip. Bu birinci utanç sebebimiz. “Temizlik imandan”gelir sözünün muhatapları olan insanlarımız ne yazık ki bu konuda sınıfta kalmış durumda. Sadece insanlarımız değil elbette bizleri yöneten yöneticilerimizin bu husustaki büyük yetmezliklerini de hatırlatmak gerekiyor. Asıl ve daha büyük utanca sebep olan ikinci husus ise bize yönelik. Bu sekiz şehir içerisinde bulunan şehirlerden biri de ne yazık ki yaşam alanımız olan kentimiz Batman! Batman her ne kadar son dakika golü ile son sırayı başka bir ilimize atmayı başarmış ise de Avrupa’nın en kirli havasına sahip ikinci sıradaki kenti olma ünvanını elinde bulunduruyor.

Kirliyiz ve bu kirliliğimizden utanç duymamız gerekiyor! Avrupa düzeyinde tescillenmiş bu kirliliğimizin kuzeyden esen rüzgârlara bağlı olmadığını elbette hepimiz kabul etmeliyiz. Pagan inancına sahip bir toplum da değiliz. Temizlik konusunu neredeyse imanın şartları kadar önemli olan bir inancın mensuplarıyız. Böylesi temiz bir inanca ve anlayışa sahip olan toplumumuzun en kirli olma ünvanını elinde bulundurması sıkıntı ve utanç yaratmaz mı sizce?

Kyoto sözleşmesi ve ardından 191 ülkenin imza attığı Paris iklim anlaşması gibi olumlu gelişmelere rağmen doğaya salınan zararlı gazlar nedeniyle ozan tabakasında dev bir delik açmış durumdayız. Bu delik Necip Fazılın “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes ey deli rüzgâr artık ne yönden esersen es” dizelerindeki deliğe benzemiyor elbet. Bu delik uzaydan gelen zararlı ışınların bize zarar vermesine neden olduğu gibi küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu ısınma nedeniyle en basit şekliyle buzullar erimekte, tuzlu su oranı artmakta, bundan kaynaklı karbondioksit artışı meydana gelmektedir. Önlem alınmazsa kısa bir süre sonra sıcaklı 75 derecelere dayanacağından hepimiz öbür dünyayı boylamış olacağız.

Yerele gelince Evliya Çelebi 1500’lü yıllarda yazdığı seyahatnamesinde Hazo’dan, Bitlis’e kadar olan yolda giderken ormanlık alanda bulunan ağaçların bolluğundan söz etmekte ve sincaplar ayakları yere değmeden Bitlis’e kadar ağaçlarının üzerinde daldan dala atlayarak gidebilmekteydiler diye yazar. Şimdi bu alanlarda ağacın esamesi okunmuyor. Hala tarım arazilerine bina yapmayı, dağlık ve taşlık alanları değerlendirmemeyi meziyet sayıyoruz. Bu gidişle sadece en kirli havaya sahip şehir olmanın dışında en iyi topraklara sahip olup en kötü besin üreten şehir ünvanını da elimize alırsak hiç şaşmamak gerekiyor. Unutmamak gerekiyor ki zenginlik için sarf edilen çaba sonucu kazanılan parayı kâğıt ve metal olarak sindiremeyiz. O paralar ancak besin maddeleri varsa bir işe yarar. Aç kalındığında bir ekmeğin bir altından daha etkili olduğunu anlayabiliriz. O zaman da iş işten geçmiş olacak. Yöneticilerimize tavsiyemiz kentimizi ve bizi bu utançtan bir an önce kurtarmalarıdır.