Psikolojide aşk ; aşkın nasıl yaşandığı kişinin kendini ve insanları nasıl gördüğü, yaşadıklarını nasıl yorumladığı, duygularını nasıl  ifade ettiği, değer yargılarını ve inançlarını içeren psikolojik süreçlerin bütününü içerir. Bu nedenle aşık olan kişilerde bakış açısı, duygularını ifade etme şekli ve davranışsal farklılıklar görülür. Her aşık olan kişi aynı tepkileri verir demek mümkün değildir.

Bu bireysel farklılıkların varlığı ilişkilerin devam etmesi için sadece aşkın yeterli olacağı düşüncesi ile çatışır. “Aşk her zorluğun üstesinden gelir, aşık olan kişinin yapamayacağı yoktur, aşık olan kişinin gözü hiçbir şey görmez vb. gibi” inançları olan kişilerde aşkın yaşanışı sürecinde ve ayrılıklarda ciddi zorluklara neden olur. Bu nedenle aşk söz konusu olduğunda sadece duygunun varlığı süreci yönetmeye yetmemektedir. Aşık olan kişinin nasıl biri olduğu, duygularını nasıl ifade ettiği, ilişkilerini nasıl yaşadığı, yakın ilişkilerde sınırları, sorun çözme yöntemleri önemlidir. Sadece aşık olanın değil sevilenin de bireysel özellikleri ilişkinin şekillenmesinde oldukça önemlidir. Sevilen kişinin de nasıl biri olduğu, duygularını nasıl gösterdiği, yaşam biçimi, sorunlara yaklaşım biçimi de aynı şekilde değer taşır. Bu özellikler aşkın var olduğu ilişkinin nasıl yaşanacağına dair temel öneme sahip bilgi kaynaklarıdır.

Aşık olunca;

Vücudumuzda seviyesi en çok artan iki hormon oluyor: Dopamin ve kortizol. Dopamin hormonu kişide heyecanı arttırıp cinsel çekimle ilişkilendirilebilirken; kortizol hormonu ise stres seviyemizin artmasına neden oluyor. Tam da bu yüzden aşık olduğumuzda kendimizi sürekli olarak diken üzerinde hissediyor ve gelgitli duygular yaşarken buluyoruz. Mutlu olduğumuz anlara bile endişe ve panik eşlik ediyor. Bu dalgalı süreçte biz de çoğu zaman ne yapacağımızı bilemiyor ve savruluyoruz. Mutluluğu da endişeyi de uçlarda yaşıyoruz.

Dopamin hormonumuz da yüksek seviyelerde seyrettiği için heyecan ve haz seviyemiz daha da çok artıyor. Bunun sonucunda da partneri arzulama, daha çok zaman geçirme isteği gibi durumlar meydana geliyor.

Peki Neden Aşkın Ömrü 2 Yıl Diye Biçimlendirilmiştir?

Psikolog Dr. Dorothy Tennov, aşık olma durumu konusunda uzun araştırmalar yaptı. Sayısı çifti inceledikten sonra evliliklerde ya da ilişkilerde romantik tutkunun ortalama olarak 2 yıl canlı kaldığı sonucuna vardı. Üç aşağı beş yukarı süre genellikle aynı. Sonunda hepimizin baş dönmesi geçer, gözümüz açılır ve ayaklarımız yere basar. İşte bu noktada karşımızdakini görmek istediğimiz gibi değil olduğu gibi görmeye başlarız. Bazı kişilik özelliklerinin bizi gerçekten rahatsız ettiğini fark ederiz.

Psikiyatr Dr. M Scott Peck ve Psikolog Dr. Dorothy Tennov’unda aralarında bulunduğu bir grup araştırmacı aşık olmakla sevginin karıştırılmaması gerektiğini vurguluyorlar. Dr. Tennov aşkla sevginin aynı şey olmadığını belirtiyor, bunun için üç neden sayıyor. Birincisi, aşk iradeye bağlı veya bilinçli bir tercih değildir. Kişi ne kadar aşık olmak istese de bunu isteyerek gerçekleştirmez. Diğer yandan aşkla karşılaştığımızda aşk arayışında da olmayabiliriz. Gerçek şu ki genellikle umulmadık insanlara ve umulmadık zamanlarda aşık oluruz. İkincisi, aşk gerçek sevgi değildir çünkü yaşanması için çaba gerektirmez. Aşk davranışlarımızda disiplin veya bilinçli bir çabaya ihtiyaç duyurmaz. Üçüncüsü, aşık olan kişi karşısındakinin kişisel gelişimine katkıda bulunup bulunmadığını sorgulamaz. Aşık olduğumuzda kendi gelişimimize veya karşımızdaki kişinin gelişimine pek fazla önem vermeyiz, sadece istenilen noktaya ulaştığımızı ve daha fazla gelişmeye ihtiyacımız olmadığını hissederiz.

Aşk, evlilik romanının sadece girişidir. Romanın asıl özü mantıklı, akılcı, iradeli, çaba gerektiren sevgidir. Bilgeler bizi daima bu tür bir sevgiye yönlendirir ve böyle bir sevgi tercih sonucu yaşanır.

Erich Fromm’un sevdiğim şöyle bir sözü vardır: “İnsan uğruna emek harcadığı şeyi sever ve insan sevdiği şey için emek harcar. Bir ilişkide çaba yoksa o ilişki hiçbir zaman meyve vermez.”