15 Temmuz gece yarısı okunan saladan sonra yayımlanan zam oranları vatandaşların 16 Temmuz’da farklı bir ruh haliyle uyanmalarına neden oldu. Gelen zamlar özellikle akaryakıta gelen yüzde 6 civarındaki zam oldukça etkili bir durum yaratmıştı. Zammın etkisi şüphesiz ayın 17’sinde de devam etti. Haftanın ilk iş gününde de günün anlam ve önemini belirten konuşmalar gelen zamlardı. Memur ve emeklilere verilen maaş zamlarının bir gecede etkisiz hale getirilmesi bütçe denkliği konusunda büyük maharetler gösteren çalışanları da sersemletmişti.

   Aynı dertten muzdarip olanlar birbirlerine dertlerini anlatmakla kalmıyor içlerindeki yangının derecesini daha iyi yansıtsınlar diye bir de basın mensuplarının yakalarına yapışmayı da ekliyorlardı. Geçim sıkıntısı yaşayanlar yeni zamlar karşısında hangi formüller bulacaklarıyla ilgilenirken, zam yapma zorunda ve pozisyonunda bulunanlar da ne yapacaklarını kara kara düşünmeye başladılar. Bütün bunlar olup biterken yazmamız gereken konu şüphesiz zamlar olmalıydı ancak bizim de muzipliğimiz tutmuş olmalı ki başka konularla ilgilenmeyi seçmiştik. Zam dışında dünyaca konu vardı ve biz de bu konulara yönelmeyi tercih ettik. Bu durumun editörümüz dahil yakın çevremizden eleştiri konusu olması uzun sürmedi. Öyle ya etraf yangın yeriyken, vatandaş zam oranları karşısında kahrından ölüyorken nasıl duyarsız kalabiliyorduk?

Bunları aktardıktan sonra gelelim şu bulgur meselesine?

Günlerden bir gün vatandaşın biri evlenmeye karar vermiş. Gönlünün sultanını alacak dünyanın en mutlu adamı olacakmış. Büyükler araya girmiş kız istenmiş. Tatlı günlerin tatlıları yendikten sonra sıra düğün yapmaya gelmiş. Üç gün üç gece süren düğün finale erince bütün yorgunluklara rağmen herkes mutluymuş. Tabi mutlu olanların başında da düğünün eziyetini çeken damat bulunmaktaymış. Her şeye rağmen son akşamdır diyerek olup biteni sineye çekmiş. Kim ne dediyse kabul demiş. Damadı gerdek odasına giriş vaktine kadar bekletmek gerek. Geleneksel olarak sağdıcı tarafından akşam yemeğine davet edilmiş. Arkadaşları, misafirler odada oturmuş eğleniyormuş. Sıra akşam yemeğini yemeğe geldiğinde herkes sofraya dizilen güzelim yemeğe saldırmış. Gecenin paşası olan damadı, doyurmak kimsenin aklına gelmemiş. Herkes yemeğini yedikten sonra köşesine çekilmiş. Damak aç ve susuz oturduğu köşede kalmış. Sohbetler yapılıp oyunlar oynandıktan sonra sıra damadı gerdek için odasına yollamaya gelmiş. Hazırlıklar yapıldıktan sonra damada haydi gerdeğe gitmeye demişler ama damat bu, paşalığı tutmuş. Kusura bakmayın ama ben gerdeğe falan gitmem de girmem de demiş. Bu olacak iş değil elbet. İşin sonunda çok tehlikeli meseleler var. Gerdeğe girmemek aynı zamanda evlenmekten vazgeçmek demek. Bunun izahı olmaz. Yalvar yakar ama damat bir türlü ikna edilememiş. Sonunda bu tavrının nedenini merak eden birileri kapıya dayanıp sormuş, madem gerdeğe girmeyecektin neden düğün yaptın? Yoksa gelini istemiyor musun? demiş. Damat bu duruma derin bir nefes çekerek karşılık vermiş. “Yok” demiş “ben gelini seviyorum. Lakin akşam herkes yemek yerken ben aç ve susuz bırakıldım. Kimsenin aklına benim de bir insan olduğum ve aç olduğum gelmedi. Gelen sofradaki bulgura saldırdı. Şimdi bunun intikamını alma zamanı. Kim bulguru yediyse buyursun gerdeğe de o girsin” demiş. Oradakilerin hepsi birbirine bakmış. Damada yemek vermemenin yanlışlığının farkına varıyorlar ama iş işten geçmiş.

Şimdi gelelim şu zam konusundaki duyarlılık meselesine. Türkiye’nin ekonomik durumunun nasıl olduğu herkesin malumuydu. Uygulanan ekonomik politikaların derde deva olmadığını ve olamayacağını sağır sultan bile duyuyordu. En cahil insan bile bu işin sonunun parlak olmayacağını bilmekteydi. Seçim zamanında yapılan harcamalar herkesin hatırında. Biz bu işin sonu parlak değil dediğimizde neredeyse çok farklı ithamlarla karşı karşıya kalacaktık. Durumu gördüğümüz halde yerimize oturup manzarayı seyretmeye başladık. O gün bizi eleştirenler şimdi gelip yakınıyorlar. İyi de kardeşim ülke bu duruma gelinceye kadar bulguru siz yediniz şimdi gerdek odasına bizi niye yolluyorsunuz ki?

O zaman önümüze gelen acı reçeteyi de hep birlikte içeceğiz. Zamları parlayan gözlerin ışıltısı ile seyretmekten başka çare yok.

Liyakat dediğimizde sadakat diyenler buyursun şimdi duruma izahat getirsin. Gelir dağılımının bu kadar bozulduğu bir ortamda acı reçetelerle karşılaşmadan durumun düzeleceğine inananlar varsa bulgur yemeye devam etsinler demekten başka da sözümüz yok.