Geçen yazımda da belirtmiştim. Arap coğrafyası sarsılmaktadır. Özellikle birinci dünya savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte Arap yarım adası diktatörlüklerle yönetilmeye başlandı. Takriben bir asırdır batılıların desteğiyle bu yönetim şekilleri devam etmektedir. Zaten tarih incelendiğinde bu yönetimler ebedi olarak hiç kimseye kalmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de buyrulur ki: ‘’ Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke helâke müstahak olur, biz de orayı darmadağın ederiz.’’(İsra:16)
              Bu sarsıntı Tunus’ta başladı. Mısır onu takip etti. Yemen, Bahreyn, ordun, Umman ve diğer birçok yerde gösteriler yapılmaktadır. Son olarak da Libya kaynamaya başladı. Kaddafi binlerce sivili öldürterek son kozlarını kullanmaktadır. Buna rağmen başkent Trablus Garb’ın belli bir bölümü dışında her yerin kontrolünü kaybetti. Bu sel devam edecektir. Çünkü artık batılılar da eskisi gibi dostlarını koruyamamakta ve ılımlı İslam’a yeşil ışık yakmaktadırlar.
            Biz burada daha ziyade ırak Kürdistan’ı üzerinde durmaya çalışacağız. Çünkü Arap yarım adasında yapılan gösteri ve protestoların benzeri genelde Irak’ın genelinde, özelde de Kürdistan’da da yapıldı ve yapılmaya devam edilmektedir.
            Irak Kürdistan’ı federal yapı içinde bölgesel bir yönetim şekli olmasına rağmen dünyada yaşayan bütün Kürtlerin ümidi olmuştur. Çünkü Kürtler Ortadoğu’nun asıl unsurları olmalarına rağmen, devletsiz ve kimliksiz kalmışlardır. Bunun için İslam coğrafyasındaki diğer kavimlerin sahip oldukları devletler gibi bağımsız olmasa da Kürtlerin gözünde Irak Kürdistan’ın büyük bir önemi vardır. Çünkü artık kendi dilleri ile eğitimlerini yapabilmekte, bütün kamu ve eğitim kurumlarında Kürtçe birinci dil olarak kullanılmakta ve Kürt kimliğinin önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
          Ben tahminen 1957 -1960 tarihlerinde takriben iki yıl Dıhôk ve Zaho bölgelerindeki medreselerde Kürt Seydalarından Arapça derslerini aldım. O tarihlerde merhum Mele Mustafa Barzani mücadele veriyordu. Abdülkerim Kasım ismindeki general ihtilal yaparak krallığı devirdi ve sözde cumhuriyet ilan etti. Bu arada Sovyetler birliğinde sürgünde bulunan Barzani için af çıkarıldı ve Barzani ırak’a geri döndü. İşte o aralarda ilkokullarda Kürtçe dersi okutuldu. Kulaklarımız Türkiye’de okutulan Türkçe sözcüklerine alışkındı. Eğitim yapılırken sağ-sol yerine, rast- çep sözcükleri duyunca hayli duygulandık ve kendi kendimize neden Türkiye’de de bunlar olmasın diye düşünmeye başladık. Ancak kırk sene geçmesine rağmen o tarihlerde kulağımıza hoş gelen‘’rast- çep’’ sözcüklerini halen de duyamamaktayız. 
           Son günlerde özellikle Süleymaniye ve Halepçe’de de gösteriler yapılmaktadır. Tabii olarak insanlar birbirinden cesaret alırlar. Tunus ve Mısır’dan etkilenen veya bunu firsat bulan bir kısım kimseler, Başta devlet kurumları ve KDP ile YNK. nin parti merkez ve tv.lerine saldırarak maddi zarar meydan getirdiler. Bu arada güvenlik güçlerinin açtıkları ateş neticesinde bir kısım gösterici de hayatını kaybetti. Bilhassa Kürtler açısından bunlar üzücü olaylardır. Çünkü 30-40 sene gibi uzun bir müddet makamda kalan Arap coğrafyasındaki liderler fonksiyonlarını kaybedip başlarında bulundukları ülkeleri şahsi ve ailevi çıkarlar uğruna babalarının çiftlikleri gibi kullanmaya başlamışlardı. Bir lider devrilince yerine, daha geniş kitlelerin içinde yer aldıkları daha yumuşak bir yönetim şekli gelebilir. Ancak Arap kimliği açısından herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Daha önceki Arapça eğitim ve kültür devam edecektir.
          Irak Kürdistan’ındaki olayları tetikleyen sebepler, acaba ekonomi veya yönetim adaletsizliği midir? Yoksa Kürdistan’ın oluşumundan rahatsız olan bölgedeki komşu ülkelerin kışkırtması mıdır? Kanaatime göre Bunlardan birisi olabildiği gibi ikisi de olabilir. Çünkü komşu devletlerin bu oluşumdan rahatsız oldukları herkes tarafından bilinmektedir. Bu oluşumu ortadan kaldırmak için binlerce ajanlarını görevlendirdikleri bir gerçektir. Zira Mehabad Kürt Cumhuriyeti aynı güçler tarafından ortadan kaldırıldı.
         Kürdistan bölgesel yapısı oluştuktan sonra ben şahsen oraya gitmiş değilim. Dolayısıyla da oradaki uygulamalar hakkında sağdan soldan bilgi sahibi oluyoruz. Kimisi lehte, kimisi de aleyhte bir şeyler söylemektedirler. Bilhassa Mesut Barzani’nin lideri bulunduğu KDP. nin çok dikkat etmesi gerekir. Çünkü Kürdistan denilince daha ziyade Celal Talabani değil, belki mesut Barzani akla gelir. Mesut Barzani’nin Arap liderleri gibi işi diktatörlüğe dönüştürmemeye dikkat etmelidir. Çünkü babasıyla birlikte yaptığı mücadeleyi göz önünde bulundurarak ve babasının ismini kullanarak Kürt halkının çıkarı yerine, yalnız kendi çıkarını düşünmemelidir. Halkı dipçikle değil, belki gönüllerini alarak yönetmelidir. Halkın çoğunluluğun desteğini kaybettikten sonra makamı bırakıp halktan bir nefer olmalıdır. Ekonomi ve gelir dağılımında eşitliği göz ardı etmemelidir. Bu makam benim ve ailemin hakkıdır dememelidir. Kilit noktalara hep aile fertlerini yerleştirmekten uzak kalmalıdır. Çünkü bu şekildeki uygulamalar diktatörlüğün ayak sesleridir.
         Bilhassa halkın İslami ilke ve ahlakına uygun yaşamalarının önündeki engelleri kaldırmaya çalışmalıdır. Bazen Kürdistan tv. Ye göz atarız. Ancak dini programlar açısından Türkmen tv. nin çok gerisinde olduğuna şahit oluyoruz. Daha ziyade batılıların değerlerine uygun yaşam tarzının ağırlıklı olduğu gözden kaçmamaktadır. Kaddafi de devrimi kendisinin yaptığını, ölünceye kadar başta kalmak tabii bir hakkının olduğu ve bu hakka karşı çıkanın öldürülmesinin gerekli olduğunu söylemektedir.
        Müslüman’ım ve Allah’ın azabından korkuyorum diyen kimseler, kesinlikle dipçik zoruyla makamda kalamazlar. Çünkü makam ateşten gömlektir. Makamda takva ve adalet çok önemlidir. Çünkü Peygamber (sav) kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenecek olanların başında adaletli Devlet başkanı olduğunu bildirmektedir. İnsanları yaratılış gayesinden uzaklaştıranlar da yine kötü inançlı ve zalim hükümdarlardır. Zira bir hadiste peygamber (s.a.v) buyurur ki : “Ümmetim için sapıklığa götürücü önderlerden korkuyorum.” (İmam Ahmed) Yine İbni Sa'd'ın Tabakat'ında geçer ki Hz. Ömer ile Selman-ı Farisi arasında şu konuşma geçer:''Ben halife miyim, yoksa sultan mıyım?''
“Eğer sen, Müslümanların malından bir dirhem dahi olsa, kanunsuz olarak (hakkın olmadığı halde) alırsan ve bunu da keyfin için harcarsan o zaman sultansın; değilse halifesin. Bu sözler Hz. Ömer'i ağlattı. Yine Peygamber(s.a.v.) buyurur ki: “Ümmetimden iki sınıf vardır ki, onlara şefaatim ulaşmaz. Bunlar; zalim ve katı devlet başkanı ile şüpheci ve taşkın her bir kişidir. “(Taberani)
         Bizden söyleyip yazmak, hidayet de Allah’tandır. Allah’a emanet olun!