Geçen hafta ki “zulmün maddi ve manevi sorumluluğu” başlıklı konumuza bu hafta da devam edeceğiz. Bütün peygamberlerin gönderiliş gayeleri zulmü önleyip adaleti gerçekleştirmektir.   Peygamberlerin içinde bulundukları şartlar incelendiğinde görülecek ki, o zamanki elit ve lider kadro, ilahi kurallardan uzaklaşmış, insanlık ve merhamet duygularını yitirmiş, eleştiri kapılarını kapatmış, toplumu kendilerine boyun eğdirmiş, ses çıkaranlara hayat hakkı tanımamış, onları göçe zorlamış, ateş kuyularına atarak veya canlı olarak demir taraklarla derilerini yüzerek öldürtmüş oldukları anlaşılacaktır. Bunun için de Cenabı Allah; zaman, zaman peygamberler göndererek onları hidayet ve adalete davet etmiş, isyan ve zulümde ısrar edenleri çeşitli yöntemlerle helâk etmiştir. Kimisini suda boğdurmuş, kimisinin üzerine Ebabil kuşları ve sivri sinekleri göndermiş, kimisini yere batırmış, kimisinin üzerine de kasırga göndermiştir. Bunun tek sebebi de, insanoğlunun yaratılış gayesinden saparak zalimlik durumuna düşmesidir. Çünkü Kur’an’da buyrulur ki: “ Halkı iyi olduğu halde Rabbin, zulümle memleketleri helak etmez.”(Hud:117) 
       Zulme karşı direnmek her insanın dini ve fıtri görevidir. Adalet ve zulmü birbirine karıştırmamak için kâinat ve kâinat içindeki bütün varlıkların sahibi olan Cenabı Allah’ın adalet ve zulüm tanımlamasından gafil durmamak gerekir. Yoksa adalet yerine zulüm yapılır. İsrail Filistin’de kadın ve çocukların üzerine fosfor bombaları atınca, ABD Her icat ettiği kimyasal silahını İslam coğrafyasındaki insanlar üzerine deneyince, Saddam Halepçe’ye kimyasal silah atınca, Hafız Esat Hama’yı bombalayınca adalet namına yaptıklarını iddia ederlerdi. Senelerdir Türkiye’de işlenen faili meçhul cinayetler, tahrip edilen köyler, insanları birbirine düşürmek için ortaya çıkan sinsi planlar, askeri darbeler, irticayla mücadele eylem ve balyoz planları söz konusu zulmün birer parçalarıdır. Bunlar kendilerince huzur getirme namına yapılmıştır.
      Bir Müslüman Gazze, Halepçe, Hama, Kâbil ve  İslam coğrafyasının diğer yerlerindeki katliamları nasıl haklı bulabilir? Kürdistan’daki asimilasyon ve Ergenekoncu zihniyeti nasıl müdafaa edebilir? Allah’ın yarattığı ırkı nasıl inkâr edebilir? Milyonlarca insanı ana dilerliye eğitim ve öğrenimini nasıl yasaklayabilir? Hep benim ırkdaşlarım dünyaya hakim olsun felsefesini nasıl savunabilir? Camilere bombalar yerleştirip binlerce insanın kanını akıtmaya çalışan, askerlere cübbe sarık giydirerek provokasyon yapmaya çalışan CİA taşeronlarına nasıl arka çıkabilir? İşte bu gibi trajedi ve ahlak dışı uygulamalardan kurtulup dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmanın yolu Allah korkusu ve Kur’an hakemliğine başvurmaktır. Müslümanların dünyaya lider olabilmenin yolu da budur. Çünkü burada eşitlik ve Allah korkusu vardır. Cenab-ı Allah buyurur ki:
    “Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden (sizin gibi inanan)  idarecilerine itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve âhiret gününe inanmışsanız onun Allah ve peygamberin (hükmün) e götürün.  Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.” (Nisa: 59)
      Bu hakemliğe başvurulduğu zaman herkes hakkına rıza gösterir. Çünkü buna rıza göstermek imandan sayılır. Gösterilmediği zaman da iman gider. Müslüman nefsi için istediğini kardeşi için de isterse ona zulüm yapması düşünülemez. Aşağıdaki hadiste buyrulur ki:
      “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Müslim)
     Mümin bir kimse, hep mazlumun yanında yer alır ve zalime karşı safını belirler. Mazlum ise gücüyle, malıyla, nasihatiyle yanında yer alacak. Zalim ise elinden tutup zulmüne engel olacak. Nemelazımcılık yoktur. Kardeşim, oğlum, akrabam, köylüm değildir ki yardımcı olayım demeyeceksin. Irklarınız, dilleriniz, bölge ve memleketleriniz değişik olabilir. Ancak inancınız, Allah’ınız, Peygamberiniz, kitabınız ve kıbleniz birdir. İslam’la savaş halinde olmayan gayrı Müslim de mazlum ise yardımına koşacaksın, Çünkü mazlum için din birliği şartı aranmaz. Peygamber (s.a.v) nübüvvetten önce mazlumların haklarının korunması için Hilfü’l Füdul –faziletler anlaşması-cemiyetine üye olmuş ve nübüvvetten sonra kendisine konu hatırlatıldığında, ”Şimdi de böyle bir cemiyet bulursam yine üye olurum.” Diye bu sahadaki irade ve görüşünü ortaya koymuştur.(Nuru’l-Yakın:S.11.Arapça baskısı.)
     İslam dini hayvanlara bile zulüm yapmayı yasaklamıştır. Peygamber (s.a.v) buyurur ki: "Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâp edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti." (Müttefakun-aleyh)
       Bir kediyi aç bırakmak zulüm ise; atomlarla, Nükleer başlıklı füzelerle ve diğer kimyasal silahlarla insanları, hayvanları ve ağaçları yok ederek ve geri kalanları da sakat bırakarak esir ve mülteci kamplarına mahkûm etmek zulmün en alasıdır. Firavun’a, Nemrud’a, Yezid’e, Haccac’a Lenin’e, Stali’ne.... ve Saddam’a bu dünya kalmadığı gibi diğer zalimlere de kalmaz. Ergenekoncu paşalara da kalmaz. Senelerdir Türkler ve Kürtler peygamber ocağı diye ezan ve dualarla çocuklarını askere gönderirler. Namus, vatan ve kutsal değerler namına askerlik yaparlar. İbadet namına nöbet beklerler. Halk görevini yaptı. Ancak derin devletçiler hıyanet yaptılar. Namaz kılanları, hanımın başı örtülü olanları, içki ziyafetlerine katılmayanları, gümüş yüzük takanları, ordudan attılar. Kürtlere orduya girme, subay olma kapılarını kapattılar.
       Sormak hakkımızdır. Acaba şu anda kaç tane inançlı ve ibadetinde olan subay veya paşa vardır? Kaç tane Batmanlı, Şırnaklı, Diyarbakırlı ve Mardinli Kürt subay ve paşa vardır? İşte bu zulüm ve ayrımcılıktır. Aynı zamanda bölücülüktür. Kürtlerin ve mütedeyyinlerin vergisiyle beş yüz bin Auro ya bir aracın satın alınıp emekli bir genel Kurmay Başkanına bağışlanması zulüm değilse nedir? Genel Kurmay Başkanı Başbuğ, Balyoz planını ortaya çıkaranlara ateş püskürtüp lanetliyordu. Başbuğ bunları söylerken sade bir insan mantığıyla konuşmuyordu. Dokunulmaz, eleştirilmez, hata yapmaz paşa sıfatıyla konuşuyordu. Oysa bu insanlık dışı planları ortaya çıkaranlara teşekkür etmesi gerekirdi. Şemdinli’de Umut kitapevine bombaları koymaya çalışırken halk tarafından suçüstü yakalanan Uzman askeri koruyan kimlerdi? Olayın ordu içindeki derin devletle bağlantılı olduğunu ortaya çıkaran savcı Ferhat Sarıkaya’nın görevine son verilirken acaba Başbuğ bu zulmün karşısında durdu mu? Bombaları yerleştiren askerlere kaç sene ceza verildi? Bu zulüm artık devam etmez. Her zulmün bir müddeti vardır. Marksist Rusya ordusunu, Saddam ordusunu halk deviremedi. Belki zulüm zirveye ulaşınca Gorbaçov ve Amerika sebep oldular. Çığlıklar arşı alaya ulaşınca bir yerden bir sebep çıkar. Türk ordusunun da artık kendisini temize çıkartmanın zamanı gelmiştir. Irkçılıktan uzak ve Müslüman olan halkın inancıyla barışık bir misyon üstlenmelidir. Taarruzlardaki Allah,Allah……nidalarına uygun pozisyonda yer almalıdır ki halkın güvenini alabilsin. Aksi takdirde git gide güvensizlik büyüyecektir. Bu planlar halkın gücüyle ortaya çıkmamıştır. Belki Taraf gazetesi sebep olmuştur. Allah’a emanet olun!