Cuma namazı iki rekâttır. Öğle namazının yerine geçer. Toplu olarak kılınması gerekir. Tek başına kılınmaz. Şartlar oluşmayınca öğle namazı olarak dört rekat kılınır. Hicretten önce farz kılınmasına rağmen, şartlar müsait olmadığı için Medine’de kılınmıştır. Taberani ve Darkutni’nin rivayetlerine göre, Resulüllah (s.a.v) Medine’ye hicret eden sahabilere Cuma namazını kılmalarını emretmiş ve ilk olarak Mus’ab bin Ümeyr Medine’de 12 kişiyle Cuma namazını kıldırmıştır. Diğer bir rivayete göre de ilk Cuma namazı Benî Biyade'nin bölgesinde Esâd bin Zürare tarafından kırk Müslüman’la birlikte kılınmıştır. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace)  Cuma toplanma anlamındadır. Müşrikler buna “yevmu’l-Arube diyorlardı. Fethu’l Baride geçtiği gibi Kusay bin Kilab veya Ka’b bin Luvi tarafından Cuma ismi verilmişti. Ancak Araplar İslamiyet gelinceye kadar “yevmu’l Arube ismini kullanmaya devam etmişlerdi. İslam geldikten sonra Müslümanlarda Yahudilerin Cumartesi, Hıristiyanların da Pazar günü toplu ibadet ettikleri gibi Cuma günü toplu ibadet etme arzusu doğmuştu. Cumanın farziyeti hakkındaki ayet inince arzuları yerine gelmiş oldu.
       Cuma namazının vakti ve namazın kılınabilmesi için gerekli olan sayı: Şafiilere göre öğlen vaktinin girmesinden ikindi vakti öncesine kadar 40 kişi ile kılınır. Hanefilere göre de aynı vakitlerde imamla birlikte iki veya üç kişiyle kılınır. Malikilere göre öğlen vaktinin başlangıcından akşam vakti öncesine kadar imam dışında 12 kişiyle kılınır. Hanbeli’lere göre de güneşin doğup bir mızrak yükseldikten ikindi vakti öncesine kadar 40 kişiyle kılınır.
         Hz. Peygamber'in (s.a) hicret ettikten sonra yaptığı ilk işlerden biri de, Cuma'nın ikame edilmesi olmuştur. Kendisi Mekke'den hicret etmek üzere ayrılıp, pazartesi günü Kuba Mescidi'ne ulaşmış ve 4 gün orada kaldıktan sonra 5. gün (Cuma günü) Medine'ye hareket etmiştir. Yolda, Beni Salim bin Avf'ın bölgesinde Cuma vakti olmuş ve kendileri ilk Cuma'yı orada eda etmişlerdir. Bu namaz için Hz. Peygamber (s.a) öğleden sonra bir vakti (yani öğle namazının vaktini) tayin etmiştir. Hicretten önce Mus’ab bin Umeyr'e gönderdiği yazılı emirde de şöyle demiştir: "Cuma günü, öğle vakti girdikten hemen sonra iki rekât namaz ile Allah'a yaklaşınız" (Darekutnî)                                                                                                                           
        Cuma namazının, öğle namazı yerine geçtiği, bu namazın sadece iki rekât olduğu ve namazdan önce hutbe irad edildiği Hz. Peygamber'in (s.a.) fiiliyle sabittir. Öğle namazı ile arasındaki fark budur. Nitekim Hz. Ömer bu konuda şöyle demiştir: "Resulullah'ın mübarek ağzından çıktığına göre, yolcu namazı iki rekâttır, fecr (sabah) namazı iki rekâttır ve Cuma namazı da iki rekattır. Bu sonuncusu kasır namazı gibi değildir, Cuma hutbesi nedeniyle kısaltılmıştır." (Ahkamu'l-Kur'an, El-Cessas)          
       Yukarıdaki hadislerden de anlaşıldığı gibi Cuma namazı iki rekattır. Resulullah (sav), halifeler, sahabeler tabiinler ve müctehid imamlar döneminde hep iki rekat olarak kılınmıştır. Bunun aksini hiç kimse iddia edemez. Ancak son dönemlerde iki rekat Cuma namazından sonra bir de Dört rekat öğle namazının cemaatle kılınması nerede ise farz haline getirilmiştir. Bu namazın bazı yerlerde kılınması takriben Hicri beşinci yılında ortaya çıkmıştır. O dönemlerde nüfusun az oluşu ve bir şehir merkezinde yaşayan Müslümanların tek bir camide namaz kılmaları mümkün olduğundan buna uymayıp değişik camilerde Cuma kıldıkları takdirde İlk tahrim tekbirini getirenin veya ilk namazı bitireninki sahih, diğerlerinkinin ise batıl olduğu dolayısıyla da bunların tekrar öğle namazını kılmalarının gerekli olduğu bazı alimler tarafından ifade edilmiştir. Ancak bu alimler asrımızda yaşayıp bu şehir kalabalığını görselerdi, herhalde bu görüşlerinden vazgeçerlerdi. Aslında bin sene önce bir alim kanaatine uygun bir şey söyleyebilmiş ve bununla amel edilebilmişse, bin sene sonra ve kıyamete kadar da bir alimin kendi kanaatini belirleme hakkına sahip olabilmeli ve bununla amel edilebilmelidir. Zaten fıkıh bu şekilde gelişmiştir.
      Ben 1966 yılında Cizre ‘de görev yaptım. O zaman Cizre’de 20 den fazla faal cami ve mescit bulunmaktaydı. Ancak Herkes Cuma günü Ulu camiye geliyor ve yalnız orada Cuma namazı kılınıyordu. Ulucami namaz kılan bütün şehir halkını içine alabiliyordu. İhtiyaca binaen sonra bu sayı üçe çıkarıldı. Böyle bir durumda ihtiyaçtan fazla değişik camilerde Cuma kılındığı takdirde yukarıdaki tartışmanın kapsamına girebilirdi. O zaman Türkiye’nin nüfusu 16 milyondu. Bin sene öncesini düşünelim nüfusun ne kadar az olduğu ve bir belde halkının tek bir camide Cumayı eda edebileceklerinin ne kadar kolay olduğu anlaşılacaktır. Ancak asrımızda nüfusun çoğaldığı ve tek bir camide halkın toplanmasının mümkün olmadığı herkesin malumudur. İhtiyaçtan fazla camilerin olduğunun tesbiti de mümkün değildir. Mevcut camiler ihtiyaçtan fazla olmadığı cemaatin cami girişlerinde ve avlularda namaz kılmalarından anlaşılmaktadır. Bu alimlerin görüşlerine göre de ihtiyaç fazlasının yakinen bilinmesi gerekir. Batman gibi büyük şehirlerde bunun yakinen bilinmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla da Cumadan sonra tekrar öğle namazını kılmak bidattir ve namaz sayısını altıya çıkartmak anlamına gelir. Oysa diğer günlerde olduğu gibi Cuma günü de namazların sayısı altı değil, beştir. Bir de şu sakıncası vardır: Her iki namaza da şüpheyle niyet edilir. Oysa niyetin kesin olması gerekir.
        Bir de bir farzı icat etmek hiç kimsenin haddi değildir. Peygamber dahi bir farzı ortaya koyamaz. Cenabı Allah neyi farz kılmışsa Hz Peygamber de aynısını uygulardı. Kur’an ve Sünnette bulunmayan, hilafet, sahabe, tabiin ve müçtehit imamlar döneminde kılınmayan böyle bir namazın Türkiye Kürdistan’ında bu kadar önemli tutulmasına anlam veremiyorum. İsmini zikrettiğim bu coğrafi bölge dışında hiçbir yerde kılınmamaktadır. İmam Şafii Bağdat’ta iken üç camide Cuma namazının kılındığı rivayet edilmesine rağmen imam şafii’nin bu namazı kıldığına dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Abdulcelil Candan ‘’Bid’atlar Ansiklopedisi adlı kitabında cumanın değişik camilerde kılınabileceği, dolayısıyla da iki rekat Cuma namazından sonra tekrar öğle namazının kılınmasına gerek olmadığını ifade ettikten sonra aşağıdaki nakilleri yapmaktadır: Vehbe Züheyli derki: Zuhrü ahir Şafii geçinen bazı mukallitlerin ortaya koydukları namaz olduğunu söyler. Zuheyli:Fetava Cuma hutbesi) Şafii alimlerinden Ebu’l-Abbas, Ebu ishak, Kadı ibni Keç, Revyani ve gazali de tek bir yerde Cuma namazı kılmak güç ise birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini söylemişlerdir. (Nevevi:Ravdetü-talibin 2/5). Muhemmed El_ Kebbani de aynısını söylemiştir. (El_Kebbani: El_cum’etü ve mekanetühü:S.270_27ı) Ahmed b. Muhammed El_ Mirsi de şiddetle bu namazın kılınmasına karşı çıkanlardadır.(Butami:Al-i-Beyt El-Cum’etü ve mekanetühü fid-din.s.266). Hüzeyl El-Yemani de derki: Ashab döneminde kılınmayan bir ibadeti yapmayın. Zira onlar eksik bir şey bırakmamışlar. (Kasimi,İslah22) (Adulcelil Candan,Bid’atler Ansikl0pedisi Cuma bahsı.)
        Eski Batman ve Mardin emekli Müftüsü celal Yıldız da bu konu hakkında ‘’El-Ücaletü’s –Sağiretü ‘’adında Arapça olarak bir kitapçık yazmış ve Şafii alimlerin bu konu hakkındaki görüşlerini değerlendikten sonra, Cuma namazından sonra tekrar öğle namazının kılınmasına gerek olmadığını önermektedir. Ayrıca yukarıda da ifade edildiği gibi Türkiye Kürdistan’ı dışında İslam coğrafyasının hiçbir yerinde böyle bir namaz kılınmamaktadır. Mısır, Suriye, Irak, Endonezya gibi yerlerde halkının çoğunluğu Şafii mezhebine bağlı olmalarına rağmen bu gibi yerlerde de böyle bir namaz kılınmamaktadır Hacc’a gidenler de bilirler ki Ka’be’de de böyle bir namaz kılınmamaktadır. Hayrettin Karaman da ‘’İslam ışığında günün meseleleri ‘’adlı eserinde böyle bir namazın kılınmasının gerekli olmadığını söyleyip bazı alimlerden nakiller getirmektedir. Mehmet Zihni efendinin ‘’ Nimeti İslam’’ ve İbni Abidin’in Cuma bahsinde de bu namazın kılınmasına gerek olmadığı ifade edilmektedir.
       Aslında Müftüler cesaretle bu hususu vaaz ve hutbe konusu yaparlarsa cemaat tatmin olunur ve kılınması için cemaat tarafından imamlara yapılan baskıya son verilebilir. Çünkü müftülerin geneli bu namazı kılmazlar. Her ne kadar Müftülük bu hususta imamları serbest bırakmışsa da yine de imamlar cemaatin baskısı nedeniyle bu namazı kıldırmak zorunda kalmaktadırlar. Bir de imamların kıldırılmasını batıl ve bid’at gördükleri bir namazı cemaatin baskısıyla cemaatle kıldırmaları da ayrı bir trajedidir. En azından cemaatle kılınmasının önüne geçilmelidir. Bari kılmak isteyenler, bir kısım Hanefiler gibi cemaatle değil, belki tek başına kılsınlar. Allah’a emanet olun!