Huzur ve emniyet içinde yaşamak, aklı başında olan her insanın arzusu olmalıdır. Zaten semavi dinlerin gönderiliş gayesi de budur. Cenab-ı Allah dünyevi ve uhrevi huzurun sağlanması ve insanların adalet üzere yönetilmeleri için Peygamberler göndermiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim de buyrulurbiz ki:‘’Andolsunbiz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı (adaleti) indirdik (Hadid: 25)
 Genelde Müslümanlar, özelde de Kürtler Kur’an çerçevesindeki bu adalet mekanizmasını devreye sokar ve ben sen çekişme ve kavgaları bir kenara iterlerse, huzur bulmamaları mümkün değildir. Kürdistan, Afganistan, Pakistan, Suriye, Mısır, Somali ve diğer İslam coğrafyasındaki huzursuzluk ve katliamlar gözlerimizin önündedir. Şayet İslam coğrafyasındaki bütün kavimler, ırkçılık ve diktatörlük üzerine kurulup dış güçlerin güdümündeki idare sistemlerinden vazgeçip diğer kavimler gibi Kürdistan’ın statüsünü de kabul ederek Kur’an’ın gölgesinde oluşturacakları İslam milletleri federasyonu çatısı altında bir araya gelirlerse mevcut sefalet ve keşmekeşlikten kurtulacakları bir gerçektir. Şimdiye kadar batılı ve ABD sistemlerin zerre kadar Müslümanlara bir faydası olmamıştır. Aksine  Onları dini değerlerinden uzaklaştırıp birbirleriyle kavgalı hale getirmişlerdir. Batının laikliği ve Rusya’nın sosyalizmi de şimdiye kadar Kürtlere herhangi bir yarar sağlamamıştır. Kürtleri dört parçaya bölen onlardan başka kim olabilir? Kızıl Kürdistanı ortadan kaldırıp Rusyadaki Kürtleri sağa sola dağıtan ve Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yok edilmesi için İrandaki şahlık rejimine silah gönderen Stalin gibi sosyalist faşistlerden başkası değildir. Dolayısıyla da genelde İslam coğrafyasında,özelde de Kürdistan’da yıkım,nefret ve katliamdan başka bir şey bırakmamışlardır.Bu onların sağcılık ve solculuk anlayışlarıdır. Onların bu anlayışları Müslüman Kürtlerin inanç ve değerleriyle taban tabana zıttır.
    Gelelim asıl meselemize: 1990 olayları hafızamızdan silinmiş değildir. Fail-i meçhuller, köy boşaltmalar ve göç ettirmeler nedeniyle Kürdistan yaşanamaz hale gelmişti. Zenginler metrepollere kaçıp oralara yatırım yapmışlardı. Bir kısım Kürtler,can güvenliği ve siyasi görüş nedeniyle Avrupa’ya kaçmışlardı. Güpegündüz ve sokağın ortasında insanlar öldürürlerdi. Sözün kısasıyla Kürdistan yaşanamaz hale gelmişti. Derin güçler perde arkasında bu olayların kaptanlığını yapıyorlardı. Gerek PKK örgütünden ve gerekse Hizbullah cemaatinden onbinlerce kişi ya kaçmak zorunda kaldı ya cezaevine konuldu veya yaşamını yitirdi. Her iki taraftan da birçok kimse halen de cezaevlerinde bulunmaktadır. Ancak ne PKK örgütü bitti, ne de Hizbullah cemaati ortadan silindi. Şu anda her İkisi de bölgenin en güçlü örgütü durumundadırlar.
     1990 lı yıllarına göre Hizbullah büyük aşamalar kaydetti. Çalışmalarını illegalden legala taşıdı. Bir süre dernekler şeklinde çalışmalarını sürdürdüler. Sonra da Hür dava partisini kurup siyasi parti şeklinde çalışmaya başladılar. Gerek yayınlanan Manifestolarında ve gerekse parti programında Kürt sorununa büyük ve kayda değer yer verildi. Başta ana dilde eğitim olmak üzere Kürt milletinin kimlik sorunundan dolayı uğradığı zulüm savunuldu. Kelhaamed isminde Kürtçe aylık bir dergi çıkarıldı.Bunlar önemli gelişmelerdir. Ben, PKK ve buna bağlı olarak BDP lilerin yerinde olsaydım bu gelişmeleri tebrik ederdim. Çünkü başını Türklerin çektiği sağ ve sol partiler yerine, tamamıyla Kürtlerden mütelşekkilHüda Par gibi bir partinin Kürdistan’da güçlenmesi, başını Türklerin çektiği diğer partilerin zayıflayıp bölgeden silinmesi anlamına gelir. Dolayısıyla da sosyalist görüşünden dolayı BDP ye verilmeyen Kürt oyları HüdaPar’a kaymaya başlayacaktır. Zira gerek Türkiye’nin batısında ve gerekse dış dünyada HüdaPar İslamcı Kürt partisi olarak nitelendirilmektedir.Artık Başbakan Erdoğan’ın Kürtler hallerinden memnun olmasalardı bize oy vermezlerdi gibi Kürt kimliğinin aleyhine olan demeçlerin verilmesine yer kalmaz ve Türk Devleti dış dünyaya karşı kendini savunamaz duruma düşecektir.
    Gerek PDP ve gerkseHüda PAR yöneticilerine büyük sorumluluklar düşmektedir. 1990 daki çatışmalardan kimse yarar sağlayamadı. Olayların çoğu derin devlet tarafından işlendiği herkesçe bilinmektedir. Gerektiğinde o derin güçler tekrar faaliyete geçecektir. Basın ve STK lere de büyük görevler düşmektedir. Bir olay meydana geldiğinde hemen rakip bir grubun üzerine atılırsa yanlış olur. Çünkü Devlet istediği takdirde failleri ortaya çıkarabilir. Şayet devlet faili meçhul bırakırsa devlet sorumlu tutulmalıdır. Rakip gruplar birbirlerini tehdit edip intikam peşinde koşacaklarına ve tehditvari demeçler vereceklerine, faillerin ortaya çıkarılması için devlet yetkililerini muhatap almalıdırlar. Bir sene zarfında birkaç sefer HÜDA PAR’ın parti binalarına ses bombaların atıldığı, yandaşlarına saldırıların yapıldığı ve Yüksekova’da bir yandaşlarının katledildiği ve son olarak Batman Petrol mahallesinde  bir Bedepelinin öldürülmesi ve birkaç kişinin yaralanması 1990 yıllarına mı dönülüyor diye yöre halkını büyük bir endişeye sürüklemiştir.
     Kur’an’ın atmosferine uygun şer’i bir yönetimin oluşması için halkı aydınlatmak her Müslümanın görevi olmalıdır. Kürdistanın asıl hüvviyetina kavuşması ve Kürtlerin de diğer kavimler gibi kendi ırksel kimlikleriyle Ortadoğu coğrafyasında yer alabilmeleri için çabalamak da her Müslümanın görevleri arasında yer almalıdır. İşte bu iki görev bir araya getirildiği zaman Kürtler güçlenecek, önlerine çıkacak engelleri aşacak, dünya ve ahretlerini de teminat altına alacaklardır.Ancak bu hedefe varılabilmesi için şiddetten kaçınılmalıdır. Herkes kendi programına uygun olarak yapmak istediğini çekinmeden anlatabilmelidir. Herkes her yerde ve mahallede mitingini yapıp bildirilerini dağıtabilmelidir. Bölgenin horozu yalnız benim başka birisinin burada ötmesine müsaade etmem diyen taraf, oluşacak bütün olumsuz olaylardan sorumlu tutulmalıdır. Avrupa’da seçim konuşmaları televizyonlarda yapılır ve herkes beğendiğini destekler, ne birbirlerini öldürürler ve ne de birbirlerine baskı kurarlar. Aslında onların bizi örnek almaları gerekirken bu gibi hususlarda biz onların gerisinde kalmaktayız.Bölgede mevcut grupların birbirlerinin varlıklarını kabul edip medeni ölçüler içinde faaliyetlerini sürdürmeleri herkesin yararına olacaktır. Baraj patlatılırsa yalnız patlatan değil, belki herkes su altında kalacaktır. Allah’a emanet olun!