Daha önceki senelerde olduğu gibi bu sene de Halepçe katliamı değişik seminer ve konferanslarla anıldı ve anılmaya devam etmektedir. İnsan bir şeyi anarken ya sevinir veya üzülür. Başlık katliam olunca da sevinmek mümkün değildir. Dolayısıyla da elde gözyaşı ve üzüntü kalır. Zaten o korkunç manzaraları izleyip de gözyaşı dökmemek mümkün değildir. Daha önce de elinizdeki gazetede yine konuyla ilgili bir yazı yazdıydım ve inşallah yazmaya devam edeceğiz.
          16 Mart 1988 yılında Saddam Hüseyin tarafından Irak Kürdistan’ındaki Halepçe şehrine atılan kimyasal gaz neticesinde hayatını kaybedenlerin yürekler acısı manzaraları tv ve internetlerde yayınlandı. Aynen üst üste atılan odun parçaları gibi kundaktaki bebekten tutun doksan senelik yaşlısına kadar insan cesetleri birbirlerinin üstüne yığılmış, kimisi yatakta, kimisi çalışırken, kimisi sokakların ortasında ve kimisi de süt emerken yere serilip on binlerce ceset çürümeye mahkûm bırakılmıştı. Basına yansıyan kadarıyla 5-10 bin kişinin hayatını kaybedip şehadet mertebesine ulaştığı yazılıp çizilmiştir. Hiroşima’ya atılan atom bombası neticesinde olduğu gibi on binlerce insan da sakat kalmış, özürlü doğum oranı Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katı olduğu ifade edilmektedir.
           Katliamla ilgili manzaraları izlerken ağlamamak ve gözyaşlarını dökmemek mümkün değildir. Tabi bu gözyaşlarını dökenler yalnız Kürtlerdir. Çünkü Türklerin, Arapların ve Farsların böyle korkunç bir katliamı andıklarını duymadım. Ancak Mısır, Filistin, Cezayir, Hama, Çeçenistan ve Afganistan gibi yerlerde yapılan katliam ve zulümleri değişik şekillerde protesto edip kınamaktadırlar. Buna üzülmemek mümkün değildir. Çünkü Kürtler Araplardan sonra Acemler arasında İslami ilk kabul eden bir kavimdir. O tarihten bu yana hep İslam kardeşliğini ön planda tutmuş ve bu doğrultuda diğer Müslüman kardeşleriyle birlikte omuz omuza savaşıp mücadeleden geri kalmamışlardır. Dini hassasiyetlerini ön planda tuttukları için ırkı hassasiyetlerini geri plana atmışlardır.
           İşte Salahaddin-i Eyyubi, Bediü’z-Zaman, Said Ramazan El- Buti, Fethi Yeken, Said Havva, İbni teymiye, Molla gürani, Ebussuud efendi, Halidi Bağdadi, Erbilli şeyh Esad efendi, Seyyid Taha Ennehri, Şeyh Sıbğatullah Arvasi, Seyyid Abdulhakim Arvasi, Ayetullah Talagani ve daha nice alimler, Kürtler dışında kalan diğer kavimlere hizmet ettikleri bir gerçektir.  Bunların hiç birisi kendi ırkını ön planda tutmamış, aksine İslam’a hizmet etmeyi hedeflemişlerdir. Ancak diğer kavimlerde bunu göremiyoruz. Çünkü bunlar daha ziyade ırklarını ön planda tuttukları bir gerçektir. Elbette bir insan kendi ırkındaki ve kendi köyündeki insanları sevebilir, onlarla daha fazla ünsiyet sağlayabilir. Bunlar fıtri duygulardır. Çünkü Peygamber (sav) buyurur ki: ‘’En hayırlınız, günaha girmedikçe kendi aşiretini müdafaa edeninizdir.’’ ( Ebu Davud: edep)
             Ancak bunlar yapılırken başka ırklar veya başka köylerdeki insanlar inkâr edilirse, işte o zaman ırkçılık olur ve bunu yapan Resulullah’ın lanetini hak eder. İşte Kürtlerin en büyük sorunu budur. Kimlikleri ve dilleri inKâr edilmeden diğer Müslüman kardeşleriyle birlikte yaşamak isterler. Böyle bir hak talebinde bulunmak kesinlikle ırkçılık değildir. Aksine bu hakkı vermeyenler ırkçılık yapmaktadırlar.
             Dolayısıyla da ana dille eğitim her ırkın dini ve insani hakkı olduğu gibi Kürtlerin de dini ve insani hakkıdır. Her ne kadar birkaç gün önce özel okullarda Kürtçe eğitim hakkı kanununu yayınlanmışsa da devlet okullarında Kürtlere anadilde eğitim hakkı tanınmadığı takdirde on beş- yirmi sene sonra Kürtler tamamıyla varlıklarını kaybedebilirler. Çünkü yaklaşık olarak 0- 10 yaş arası çocukların yüzde sekseni Kürtçe konuşamamaktadırlar. Okullara konulan Kürtçe seçmeli dersin de herhangi bir etkisi görülmemektedir. Dolayısıyla da Türkiye’deki Kürtler, tarihin en korkunç asimilasyonu ile karşıkarşıyadırlar.  Acaba Küçük çocukların kaçı TRT Şeşi izleyip anlayabilmektedirler? Bir balina sahile vurunca nesli tükenmesin diye dünya ayağa kalkmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Kürtlerin bir balina kadar da değerleri bulunmamaktadır. İnşallah başlatılan barış sürecinden Kürtlerin lehine bir netice alınır.
        16 mart 2014 saat 17.30 de Batman Ahmedê Hanê,Özgür Eğitim Sen ve Mazlum Der dernekleri tarafından ortaklaşa Batman Kültür merkezinde Halepçe katliamıyla ilgili bir panel düzenlendi. Konuşmacı olarak Irak Kürdistanı Yekgırtî partisinden Ömer isminde bir parlementer ve Diyarbakır mazlum der şubesi başkanı davet edilmişlerdi. Konuşmalar Kürtçe yapıldı. Mazlum der başkanı daha ziyade Halepçe katliamı ve Halepçe’nin tarihçesi anlattı. Kürdistan’ın Duhok parlementeri de aynı zamanda bir camide imamlık da yaptığı için Kürtlerin ve diğer İslam alemindeki mazlumların mazlumiyetlerini ayet ve hadislerin ışığında anlatarak çok alkış topladı. Onu tebrik ederim. Ayrıca Halepçe hakkında birkaç acıklı helbest de okundu. Bu paneli ortaklaşa düzenleyen üç derneğin yetkilerini de ayrıca tebrik ederim.
         Evet, tekrar Halepçe katliamlarının yaşanmamsı için bir şeylerin yapılması gerekir. Bilhassa güç ve iktidarı ellerinde bulunduranların inatlarından vaz geçip Kürtlere de bir statünün verilmesi gerekir. Aksi takdirde Irak ve Suriye’de,  yaşananlar başımıza da gelebilir. Çünkü mazlumun bedduasıyla Cenabı Allah arasında herhangi bir perde bulunmamaktadır. Her ne kadar eskisine göre bazı adımlar atılmışsa da fakat yeterli değildir. Kürtler sadaka değil, kendi haklarını almak istiyorlar. Halepçe katliamının intikamı Kâfir ve zalim ABD tarafından alınacağı kimin aklından geçiyordu?  Tabi ABD bunları yaparken mehdi sıfatıyla yapmadı. Belki zalim ve katil sıfatıyla bunları yaptı. Ancak bir zalim başka bir zalime musallat ettirildi. Çünkü Kur’an’da buyulur ki: İşte böylece biz, işledikleri kötülüklerden ötürü kimi zalimleri diğerlerinin peşine takarız.’’ (En’am: 129)
           İslam coğrafyasında Kürtlerin ve diğer kavimlerin bir de İslam kimliği sorunu vardır. Zaten Halepçe’nin hedef seçilmesi bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü o dönemde Halepçe Şeyh Osman’ın yönetimindeydi ve şer’i hükümler geçerliydi. Müslümanlar, Kur’an-i anlamda dinlerini yaşayamamaktadırlar. Avrupalıların hukuk ve ahlâk değerlerine göre inanıp yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar. Aynen Halepçe katliamı gibi Hama ve Kamışlu katliamı da hatıralarımızdan çıkmış değildir. Hama’da on binlerce Arap Müslüman Diktatör ve zalim Hafız Esat tarafından katledi. Oğlu Beşşar da aynı yolu izledi. Üç sene zarfında  yüz binlerce insan öldürüldü. Yüz binlercesi de yaralandı. Şehirler virane oldu. Milyonlarca  insan mülteci durumuna düştü. Saddam’in başına gelenler Beşşar’ın başına gelmesi de an meselesidir. Şayet Türkiye, daha inandırıcı ve cesur adımlar atarak kürt sorunu kökten ve adilane çözerse, dış güçlere karşı daha dik durabilir. Ne ABD’ye ve  ne de Avrupa’ya boyun eğmeye gerek kalmaz ve daha fazla İslam coğrafyasındaki sorunlarla ilgilenme imkanı doğar.
           İşte bunları unutmamak gerekir. Müslümanların başındaki diktatörleri iyi bilmek lazımdır. Diktatör Kaddafi, ben gidersem Libya İslam devleti olur diye batılılara mesajlar gönderiyordu. Bu gibi demeçlerle insan irtidat konumuna girer. Bir insan inanmayabilir. Ancak inananları rencide edici açıklamalardan kaçınması gerekir. Çünkü haşir-neşir oldukları halk Müslüman’dır. Halepçe katliamlarının bir daha yaşanmaması için Kürt parti ve cemaatlerin şiddetten kaçınarak birbirlerini kabul etmeleri gerekir. Bilhassa bu seçim döneminde herkes serbestçe kendisini ifade edebilmelidir. Başka parti ve grupların otobüslerini taşlamak, camlarını kırmak, filemalarını yakmak, karşıt grup ve partileri bazı mahalle ve semtlere sokmamak barbarlıktır. Herkes kendini ifade edebilmelidir. Vatandaş da ona göre kararını verir. Aslında sermayesi olmayanlar şiddete başvururlar. Birkaç gün önce Van’da Hüda Parlı Dört örtülü bayanın BDP li oldukları iddia edilen bazı gençlerin saldırısına maruz kaldıkları bazı gazete ve televizyonlarda haber konusu edildi. Bunlar çok üzücü olaylardır. Hele bayanları tekmelemek daha da üzücüdür. Ne İslama yakışır ne de Kürtlerin kimliğine yakışır.Şiddete maruz kalıp ağlayan bayanları televizyonda izleyince acaba bazı derin güçler Kürdistan’ı tekrar 1990 yıllarına döndürmek mi istiyorlar diye düşünmeye başladım. Hüda Parlılar, şimdiye kadar ikiyüzden fazla saldırıya maruz kaldıkları ve hiçbir failin yakalanmadığını iddia etmektedirler. Bu olayların tekrarlanmamasını ümit ederiz. Yöneticiler, bu sahada taraftarlarını sık sık uyarmalıdırlar.  Avrupa’da hiç kimse diğer bir kimseyi incitmeden seçimler medenice yapılmaktadır. Bu konularda onlar örnek alınacağına,‘’cinsel yönelim ve cinsiyet değişimi ‘’gibi fuhuş ve ahlaksızlıkla ilgili paneller düzenlenip örnek alınmaktadırlar. Herkesin hatalarını gözden geçirmesi gerekir ki huzur devam etsin.
       Halepçe’de akıtılan kan, ırakta bir Kürdistan’ın oluşmasına neden oldu. İkinci Halepçe katliamı yaşanmadan Türkiye’de de Kürt sorunun onurlu ve hakça çözülmesi, barış için atılan adımların netice vermesi temennisiyle Allah’a emanet olun!