Her gün Türkiye’nin gündemine yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bunlar da dini özgürlükler ve Kürt sorunlarıdır.  Bu sorunlar; kalkınmanın, büyümenin ve dünyayla içli dışlı olmanın önünde en büyük engellerdir. Cumhuriyet’in kurulması için,  Bediüzzaman Said-i Kürdi ve Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır gibi birçok meşhur alim ve aydın, Osmanlı İmparatorluğuna karşı meşrutiyet ve cumhuriyetçilerin yanında yer aldılar. Kurtuluş savaşlarında ön saflarda savaştılar. Çünkü İslam’da babadan oğla geçecek yönetim şekli yoktur. Dolayısıyla da bu gibi zatlar, İmparatorluk yerine, yönetimin ehil kişilere geçmesinin ve şura esasına dayanana cumhuriyetin zaruretine inanarak önce meşrutiyeti sonra da cumhuriyeti desteklediler. Cumhuriyet kurulurken tekbir ve hadisler okunarak açıldı. Mecliste birçok sarıklı ve cübbeli alim de yer aldı. Ancak 1924 ten itibaren halifelik kaldırılarak daha sonra da anayasadan “Devletin dini İslam’dır “ibaresi kaldırıldı ve şark ıslahat kanunun çıkarılmasıyla da Kürtlere vaat edilen özerklik ve diğer haklar da geri alındı. İstiklal mahkemelerinde birçok alim ve Kürt aydını idam edildi. Pirinç almaya gidelim derken evdeki burgurdan da oldular. 

      İşte o tarihten bu yana devlet bütün gücüyle bu iki sorunla mücadelesini sürdürmektedir. Bütçenin Aslan payını askeri harcamalara ayırmaktadır. Atatürk dönemi, cumhuriyet ve demokrasi tabelası altında tek partiyle tamamlandı. İnönü dönemi de daha baskıcı ve açıktan açığa dini değerlere saldırmakla devam etti. Bu arada birçok Kürt âlim ve şeyh, Suriye ve Irak gibi ülkelere kaçtı. 1950 de yapılan seçimde DP iktidara geldi ve daha önceki uygulamaların tersine, ezanın arapça okunması ve hayvan ahirine çevrilen camilerin tekrar açılması gibi Avrupa modeli bazı serbestlikler getirildi. Bu arada Atatürk’ün koruma kanunu da yürürlüğe konuldu. Askeri kanat bu serbestlikleri de çok görerek 1960 askeri ihtilal yapıldı ve Menderes idam edildi. Kendini vatanın asıl sahibi gören askerler, 1980 ihtilalına kadar birçok muhtıra verip kendi egemenliklerini hep gündemde tuttular. 1980 ihtilalı, 28 Şubat süreci, Özal’ın sebebi aydınlatılmayan ölümü, derin devletin işlediği faili meçhul cinayetler, İmam-Hatip okulları yüzünden meslek liseleri mezunlarının önüne konulan takozlar, kamu kurum ve kuruluşlarında okul ve üniversitelerde başörtü yasağının getirilmesi, inançları yüzünden ve Kemalist olmayan subayların ordudan atılması, gibi uygulamalarla bu sürece devam edildi. AKP hükümeti de bunları göz önünde bulundurarak ve askeri memnun etmek için belli bir süre için ırkçı ve faşizan uygulamaları sürdürdü. AKP yı iktidardan düşürme planları da ortaya çıkınca, AKP iktidarı Avrupa’ya katılım talebinden de yararlanarak Avrupa ve ABD. nin de desteğini arkasına alarak kısmen de olsa Ergenekon ismiyle ortaya çıkan subayların üzerine giderek bir kısım subay ve kendilerini Kemalizm’in varisleri olarak tanıtan kişileri tutuklattı. Bu süreç devam edilmektedir.

 

         Yukarıdaki  tabloya bakıldığı zaman, bu seksen yedi sene zarfında bütün mücadele,  irtica dedikleri İslam’ı, Kur’an’ın emirlerine göre yaşamak isteyen mütedeyyinlere ve Alpaslan’ın Malazgirt’e gelmesinden itibaren Müslüman kardeşlerimizdirler diye Cumhuriyet dönemine kadar Türklere yardımcı olan ve Arapların yaptıkları gibi işgal güçlerle işbirliği yapmayan ve kendi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmek isteyen Kürtlere karşı yapılmaktadır.

 

         YÖK ün uygulamaya koyduğu ve meslek liseleri   mezunlarının mağduriyetini gideren katsayının Danıştay tarafından iptal edilmesi  geçen haftaki medyanın birinci gündem maddesini oluşturdu.. İmam-Hatip Okulu mezunlarının başarı gösterip Üniversitelerin bütün dallarına girme şansını yakalamaları yüzünden 28 şubat sürecinde sivil Cuntacılar tarafından meslek lise mezunlarının kazandıkları puanlarından bir miktar keserek alanları dışındaki fakültelere girmelerini önlediler. Kürt sorunu gibi o sorun da hep canlılığını muhafaza etti. Bu zulmün kalkması için zaman zaman sivil toplum kuruluşları, protesto yürüyüşleri düzenlediler ve basın açıklamaları yaptılar.

        Acaba Cuntacıları korkutan İmam-Hatip Okulu mezunlarının tehlikesi nedir? Aslında İmam-Hatip okullarında verilen eğitim, sanıldığı gibi Kur’an’i ve Şer’i bir eğitim değildir ve onlar için de herhangi bir tehlikesi de yoktur. Çünkü İmam-Hatip Okullarında Türk milliyetçiliğini esas alan laik çizgide eğitim verilmektedir. Hatta oradaki Türk milliyetçiliği diğerlerinin önündedir denilebilir. İmam-Hatip okulundan mezun olan öğrenciler ve öğretmenler, fıkhı kaynaklarından fetva verebilecek durumda da değiller, Kur’an’ın belli sürelerini okurlar. Mezun olan bir öğrenci, şayet dışarıda kendini takviye edecek kadar ek bilgi almazsa, doğru dürüst ne namaz kıldırabilir ne de Kur’an okuyabilir. Diğer okullarla aralarındaki fark, bu okullardan mezun olanlar arasından ateist görüşlü kimseler çıkmaz veya çok az çıkar. Diğerlere nisbeten Cuma namazı, Ramazan orucu ve diğer ferdi ibadetlere karşı allerjileri ve uyuşturucu bağımlılıkları olmaz. Çatışma zemininden nisbeten uzak kalırlar.

       Materyalist eğitimle huzuru bulmak mümkün değildir. Gençlik git gide bataklığa doğru sürüklenmektedir. Herkes oğlundan kızından şikâyet etmektedir. Geçenlerde Rusya’da bir genç, annesini kesip aylarca etini kebap yapıp yediği medyada haber edildi. Maneviyattan uzak kalan insan canavarlaşıp saldırgan durumuna düşer. İşte bu gibi nedenlerden dolayı, bu okullara rağbet arttı ve birçok aile bu okullari tercih ettiler. Ancak bu gibi değerler, İmam-Hatip Okuluna giden gitmeyen her Müslüman’ın asgari olarak sahip olması gerekli değerlerdir. Bir toplum ya Müslüman’dır ya değildir. Yeri geldiği zaman halkın yüzde doksan sekizinin Müslüman olduğu söylenir. Ancak uygulamaya bakıldığı zaman, Avrupa topluluğu ve ABD tarafından bile kınanan ve İslam’ın özüne ters olan uygulamalar dayatılmaktadır. Nice başörtü mağdurları ve Kürt kimliği mağdurları Avrupa ve Amerika’ya kaçıp oralarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu nasıl yüzdedoksansekizlik bir Müslüman toplumu ki ABD ve Avrupa Hıristiyanları kadar da İslam’a ve Müslümanlara saygılı olmasın.

          Beyler kendimizi aldatıyoruz. Ya Kur’an ve Peygambere inanırız ya da inanmayız. Ya Cennet ve Cehennem’ i kabul ederiz ya etmeyiz. İnandığımızı söylüyorsak nefsi ve şeytani uygulamalardan vaz geçmeliyiz. Kur’an ve İslam’a bakışımızı sorgulamalıyız. İslam’ın adalet ilkesini iyi okumalıyız. Irkçılığın zararlarını tartışmalıyız. Artık vatandaşlardan toplanan vergileri,  Ölümden sonra dirilmeye inanıp Kur’an’a göre yaşamlarını sürdürmek isteyenlere ve Allah’ın verdiği dil ve kimlikle varlıklarını devam ettirerek hak talebinde bulunanlara karşı bomba ve silah olarak kullanılmasın. Bu sorunlar çözülürse Türkiye Ortadoğuda daha da güçlenir. Lider konumuna gelebilir. Zaten Resulullah’ın Medine ve veda Haccı kriterleri uygulanırsa sorunlarımız çözülür. Artık katsayıyla, İmam-Hatip Okullarıyla ve Kürt kimliğini inkârla uğraşılmasın ki biraz rahat edelim. Allah’a emanet olun’