Önce

Fısıldadı

Salladı

Sonra

Vahşice yol açtı kendine

Yer kabuğunda

İlerledi bir yılanın sinsiliğiyle

Yıktı önüne ne geldiyse

   Uzun soluklu oldu yürüyüşü; Erzurum Depremi açtı sayfayı beynimizde, Erzincan Depremi ilk kara harfi yazdı, Marmara Depremi acı ve gözyaşıyla doldurdu sayfayı, Maraş/ Pazarcık Depremi sildi, önce yazılan ve dolan sayfayı. Açtı yepyeni bir sayfayı; bu defa kara ağıtlar, çığlıklar ve acılarla doldu bu sayfa.

   Afetler ardında ölüm, gözyaşı ve acıyı bırakarak çekilir kenara. Afetlerin bu değişmezlik kanunu, bazen bilimle kontrol altına alınırken, o varlığını bir saatin düzenli tik taklarıyla devam ettirir.

   Depremin yarattığı afet ve yaşanan bütün büyük acılardan sonra yakılan ağıtlarda, “yuvam yıkıldı, her şeyimi kaybettim, ben-biz bittik, yok olduk!” feryatlarını duyarız. Ama yıkıntılar kaldırılır, yeni yerleşim yerleri inşa edilir ve parklar yapılır bir zaman sonra. Çocuklar, çabuk unuttukları için ve yanlarında onları koruyan biri varsa eğer, o parklarda yine oynamaya devam ederler.

   Yorgun bitkin, duyulur duyulmaz bir sesle, “Yaşamımın anlamı kalmadı!” sözlerini duyduğumuz an  en büyük yıkımın o anda olduğunu anlarız. Yanmış yüreklerinden fısıldar gibi çıkan o sözler duyanların kulağında bir çığlık olarak asılı kalır. Çünkü sevdiklerini kaybetmişler, sevdiklerinin kaybolmaları dünyayı ıssızlaştırmıştır, onların yokluğu yaşamın anlamını hafızalarından silip, yokluklarını bir ateş topuna çevirerek yüreklerinin  orta yerine yerleştirmiştir artık.

   Afet yarattığı yıkımla, insanlara ait olan ne varsa alıp götürüyor kendiyle birlikte. Aile fertlerinin her biri zevkle aldıkları bir eşyayı, büyüklerinden kalan bir hatırayı, yaşadıkları her ana şahitlik eden duvar ve tavanları ve uzun yıllar birikim yaparak aldıkları her bir eşyanın henüz zevkini tadamadan yok olması gibi maddesel değerler yaşamın anlamı değildir. Çünkü ancak bir baba veya anne çocuğunu, bir eş hayat arkadaşını kaybetmesi, gelecek hayali kuran sevgililerden birinin yok olması hayatın anlamını siliyor.

   Anlamı olmayan bir geleceği düşünmek nasıl bir şey? diye bir soru sorulsa; sevdiğini kaybeden biri hemen, “kapkaranlık” diye cevaplar. O yüzden bizim yaptığımız her şey, söylediğimiz her söz ve verdiğimiz her türlü destek, ne kadar büyük olursa olsun sadece anlık bir unutma sağlar ve yaşamlarına bir anlam katmaya yetmez, çünkü yaşadıkları sürece anlamsızlık girdabı, onları yavaş yavaş içine çekecek ve derinine indirecek. İşte! En büyük afet budur bence.