Yıllarca sessiz sedasız, doğanın en saf haliyle aktı.
Serinlik verdi çevresine, yüzerek şenlendi çocuklar içinde.
Yanı başındaki bostanlara hayat verdi, yetiştirdi sularıyla en doğal meyve ve sebzeleri.
Aç bir iştahla yediler onları, o yorulan çocuklar, uyudular sonra.
Her gün aynı şekilde eğlenerek, şenlenerek ve diğer günü bekleyerek.
Günün birinde uyandıklarında o çocuklar, gördüler uzaktan bile parıldayan gümüşi suyun yağlara, kire ve pasa bulandığını.
Küstüler, “Neden küstünüz!” diye soran olmadı.
Kırk yıl, elli geçti aradan hâlâ soran yok.
Onlar da duyarsızlığın acı yüküyle kıvranıp durdular...
O günden sonra ağırlaştı yükü o derenin, küsen çocukları çağırmak istedi ama sesi yetmedi.
Çığlık attı, ağladı, küser gibi oldu.
Zaman zaman kurumaya yüz tuttu ama doğa bu; bırakmaz hiçbir parçasını geride.
Dere canlandı, aktı yine, aldırmadı üzerindeki yağa, atığa ve pasa…
İluh büyüdü, kırdı kabuğunu ve açtı gözlerini dış dünyaya, yavru bir kuş gibi.
Dere üzerinden geçip gidenler gördüler artık her bir yanda gürül gürül şen şakrak akan dereleri, İluh Deresi’ni her gördüklerinde acıları daha fazla büyüdü.
Kendi derelerinin sesi olmak istediler ama nafile, kulaklar sağır, gözler görmez olmuştu.
Hiçbir sözünü ve çığlığını duyuramayan dere, saldı üzerindeki kötü kokuları tüm gücüyle.
İşte o zaman duyulmayan sesi doldurdu burunlarını siyasetçilerin.
O siyasetçiler ki; her seçim öncesi, “İluh Deresi’ni ıslah edeceğiz!” söylemiyle başlayıp, sonrasında hep safsataya dönüşen o boş vaatlerin sahibi olan o siyasetçiler!
Bu yazıyı yazmadan önce, ulaşabildiğim 45-50 yıllık arşiv haberlerinde İluh Deresi’yle ilgili; o sihirli oy toplama söylemi manşetlerdeymiş hep.
Bugün tüm o söylem ve vaatlerin suya veya havaya yazıldığını okumak ve görmek çok acı.
O söylemlerin ışığında dereye yeni bir isim verilirse,‘Utanç Deresi!’ olurdu herhalde diye düşünemeden edemedim. Eski ile bugünü karşılaştırmak imkansız, haliyle eski ve yeni siyasetçileri de ekonomideki etkin ve yetkinlikleri açısından değerlendirmek haksızlık olur.
Önceleri dereden uzaklaşan her politikacı, dereyi ve onun içler acısı görüntüsünden de uzaklaştıkları için, dere sorununu bir takım mazeretlerle aklileştirip, kendilerince önceliği olan sorunlara rahatlıkla yoğunlaşabilmişlerdi.
Yakın zaman politikacılarının da eski zaman politikacıları gibi, “İluh Deresi’ni ıslah edeceğiz!” başlığı altında oy toplama işine girmesi, politik konumları itibarıyla büyük bir umut yaratmıştı ama İluh Deresi yine, o söylemin gürültüsü içinde boğuldu gitti.
O heybetli politikacıların, kendilerince mutlaka güçlü nedenleri ve haklı mazeretleri vardır. Biz de hâlâ neyin veya kimin beklendiğini merak ediyoruz.
Yoksa Godot’mu bekleniyor, o bekleniyorsa,işte o zaman külliyen yandık demektir.
Çünkü Samuel Beckett, İluh Deresi’nin yıllardır süren bu beklentisini görse, umutla ilgili, kalem oynatmayacaktı hiç, belki de kalemini kıracaktı!
Kanayan Yarasıdır İluh Deresi, Çağdaş ve modern Batman’ın.
Sesini, çığlığını duyurmak istedi, duyuramadı!
Saldı en kötü kokusunu yakamadı burun delikleri, sonunda son kozunu oynayıp harakiri yaptı, yıktı, yok etti önüne gelen her şeyi, kendine canına kıymak isterken birçok canı aldı götürdü.
Şimdi acı dolu, hüzün dolu gözlerle ölmeden bakıyor yitip giden her şeyin ardında.
Ölmek için her yolu denedi ama ölemedi çünkü bütünlüğüyle bağlıydı o çok sevdiği toprağa.
Şimdi de büyük umutlarla ve Samul Beckett’e inat bekliyor hâlâ sularının güneşle buluşup gümüşsü parıltılarını saçmak için.