Adına ‘Ortadoğu’ denilen, tarih boyunca zalimlerle mazlumların kapıştığı, güçlülerin güçsüzleri ezdiği, en çok peygamberlerin gönderildiği coğrafyada sular durulmuyor, fitne ateşleri sönmüyor, aksine habire harlanıyor…

Bugün mahalli bir sorunu yazabilirdim. Ancak öylesine bizleri etkileyen gelişmeler oluyor ki, mahalli sorunlarla ilgili yapacağım değerlendirmenin hiçbir ehemmiyeti kalmayacak.

Toplumumuzun geleceğini tehdit edebilecek öyle gelişmeler yaşanıyor ki, seyirci kalamam…

Burada mahalli bir sorunu, kentimizin geleceğini ilgilendiren bir problemini yazarken, yaşanacak bir gelişme bizleri sukutu hayale uğratabilir…

Amerika’nın Irak’ta insansız hava aracıyla vurduğu İran Devrim Muhafızları başkomutanı ile Haşdi Şabi’nin üst düzey yöneticileri meselesi üzerinden bir fitne ateşinin yakıldığını görüyorum. Bu mesele mahalli sorunlarımızdan daha önemlidir diye düşünüyorum.

**

**

Öncelikle belirteyim; yeryüzünde nerede bir fitne varsa perde arkasında Amerika’nın bulunduğu gerçeğine inanıyorum. On bin kilometre uzaktan gelip Ortadoğu coğrafyasında her türlü kötülüklerin zeminini hazırlayan Amerika, son saldırılarıyla yeni bir fitnenin ateşini yakmıştır. Bu gerçeği görmeyenler, bilmeyenler ise fitne ateşini harlamaya çalışmaktadırlar…

Ortadoğu’da hayırlı amaçlar değil, Rusya ile birlikte hareket ederek Suriye rejiminin bütün günahlarına ortak olan kirli savaşı yürütenlerden biri olan General Kasım Süleymani gerçeği açıktır. Ancak Amerika’nın çok kirli hesaplar nedeniyle onu öldürdüğü gerçeği de gözler önündedir.

Zalimlere meyletmekten bile men edilmişiz. Hiçbir zalime meyletmemeliyiz. Ancak Amerika’yı alkışlayan nice çevrelerin mezhep düşmanlığı ile yeni bir fitneyi alevlendirdikleri gerçeğini de görmek gerekir. Bazı anlı şanlı yazarlar, örgütler, cemaatler, kimi tarikat şeyh ve hocalarının mezhep düşmanlığı yaptıklarını gözlemliyorum.

Mezhebi din yerine koyup, fitne ateşini harlayanlara karşı uyanık olmamız gerektiğine inanıyorum. Bu konuda yıllar öncesinden Ortadoğu’da mezhepçilik fitnesi üzerine önemli uyarılar yapan ve yazılar yazan Sayın Adem Çaylak’ın bir değerlendirmesini bilgilerinize sunmakla yetinip, yazıma son veriyorum:,

MEZHEPÇİLİK FİTNESİNE HAYIR…

“İslam tarihinde temel belirleyiciliği olan ana mezheplerin ortaya çıkış nedeni siyasaldır. Halife Osman’ın son dönemlerinde başlayan ve Şam Valisi Muaviye ekseninde Ümeyyeoğulları’nın Halife Ali’ye karşı her türden entrikayı devreye sokmalarının sonucu, Cemel ve Sıffin savaşları ile ilk ciddi siyasal bölünmeye maruz kalan Müslümanlıkta ortaya çıkan Şia, Hariciye, Mürcie ve Ehl-i Sünnet ekollerini birbirinden ayıran en temel faktör, inançtan ziyade iktidar üzerinden yaşanan siyasal çatışmalardır. Süreç içinde her bir ekol kendi içinde daha alt mezhep ve kollara ayrılmış, iman ve amel esasları noktasında farklılıklar oluşmaya başlamışsa da, mezheplerin ortaya çıkışında esas belirleyici unsur, inanca dair ayrılıklardan ziyade siyasete dair çatışmalardır. Elbette İslam’da inanç, iman ve amele ilişkin konularda farklı görüş ve yolların olması bir zenginlik olarak görülmelidir. Ancak iktidar üzerinden yaşanan siyasi bölünmelerin yarattığı “mezhebist” tutum, söylemde dile getirilmese de, maalesef eylemde mezheplerini “din” edinen ve “öteki” mezhepleri “din dışı” görmeye kadar varan bir İslam algısının (anlayışının) ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Başka bir deyişle siyaseten bölünme, dinde de bölünme yaratmış, her bir mezhebin (grubun) kendini en sahih İslam inancı olarak göstermesi sonucunu doğurmuştur. Müslümanlar arasındaki mezhebist tutumun yarattığı dinde bölünme sendromu, her ne kadar Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında indiği rivayet edilmekle birlikte, “Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu? Senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, ne yapmakta idiklerini kendilerine haber verecektir (En’am 119) ayetinde vurgulanan gerçekle öncelikle biz Müslümanların yüzleşmelerini gerektirecek bir noktaya evrilmiştir. Yüzyıllardır devam eden siyasi mezhebist (dinci) tutum, bugün Ortadoğu İslam dünyasında Müslümanlar arasında yaşanan çatışmaların temel sebebidir. En son Musul’u işgal eden Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü örneğinde olduğu gibi kendilerini Müslüman olarak sunanlar, din adına Kürt ve Arap Müslümanların boğazlarını kesiyor, çoluk çocuk ve kadın demeden kendi dini (mezhebi) ya da siyasi görüşüne sahip olmayanları katletmeyi din adına gerçekleştirebilmektedir. Bugün Ortadoğu İslam coğrafyası, ne yazık ki, Müslümanlığın ümmet ruhunu hançerleyen adeta “Şiaist dini”, “Sünnist dini” ve “Selefist dini” haline gelen derin bölünme ve çatışmaların mekanı haline gelmişse bunun Müslümanlık adına sorgulanması elzemdir. IŞİD gibi Sünnist, ya da Şiaist ve Selefist örgütlerin çatışma zeminini, bazı yazarların yaptığı gibi, tek başına “sinsi” İngiliz oyunu ya da İsrail eksenli Amerika tezgahı ile açıklamak, artık neresinden bakarsanız bakın, bıkkınlık getiren işlevsiz yorumlamalardır. Müslümanların akıl ve iz’andan yoksun hareketsiz mahluklar olduğunu en başından bir veri olarak kabul eden bu türden açıklamalar, olumsuzluğu başkalarının üstüne atıp kendi vebal ve suçunu itiraf etmekten çekinmeye hizmet etmektedir. Türkiye’nin Batılı güçlerin gazına gelerek “reel politik” gereği “Sünnist blok” oluşturma adına dibe vuran başarısız Suriye dış politikası süresince, kendince “reel politik” bir siyasa izleyen İran’ın “Şiaist blok”lama hareketi, başta Irak olmak üzere İslam coğrafyasında (!) Sünnist, Şiaist ve Selefist mezhebist (dinci) çatışma ve bölünmeleri tetiklemiştir. Neredeyse bölge, mezhep
görünümlü “din” savaşlarına sahne olmaktadır. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün tarafından pompalanan “Sünni blok” hareketi karşısında İran, Irak’ın bir bölümü, Suriye ve Lübnan hattında kurgulanan “Şia blok” hareketi, bölgedeki petrol ve enerji kaynakları üzerinde egemenliklerini perçinlemek isteyen Batılı güçler tarafından çok iyi bir biçimde manipüle edilmektedir. Burda temel sorumluluk, tezgah yapan güçlerden ziyade, mezheplerini adeta “din” haline getirerek, birbirlerini boğazlayan, birbirlerine yönelik cihat (!) fetvaları veren siyasi mezhebist (dinci) kör döğüşündedir. Siyasi mezhebist zihniyet ve tutumundan dolayı, “Kızıl” Şii ve “Açık Yeşil” Sünni hat duvarlarının üstüne çıkmayı başaramayan Müslümanlık, siyasi çatışmanın temel ekseni haline gelen Sünnist, Şiaist ve Selefist “din”lerini terk edip Kur’an Müslümanlığı ile buluşmadığı taktirde, hem birbirlerini boğazlayacak hem de bölgedeki çıkarları adına Müslümanlığın özünü ve ümmet ruhunu ortadan kaldıracak Batılı güçlerin ayak oyunlarında dans etmeye devam edecektir. Bu konuda, her birimizin üzerinde uzun uzun düşünmesi gereken bir ayet, ne demek istediğimi gayet net ortaya koymaktadır: “Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir” (Rum, 31-32).