1 Kasım seçimlerini geride bıraktık. Vatandaşın ortaya koymuş olduğu tercih ortada. Bu sonuçlara bakarak yeni bir başlangıç yapmak gerekiyor. Ortaya çıkan tablodan siyasal bir çözüm üretilemezse, bu ülkenin ve vatandaşın hayrına olmayacak.

Vatandaşın ortaya koymuş olduğu tercihe bakarak zafer naraları atmanın da, küsüp bir kenara sinmenin de, durumdan vazife çıkararak ahkâm kesmenin de bir anlamı yok.

Eğer seçimden önce söylenen sözler ve atılan sloganlar doğruysa ve siyasal partileri bağlıyorsa o zaman ülkenin çıkarlarını kişisel ve partisel çıkarların önüne koymak gerekiyor. Elbette ülkenin çıkarları ile kast ettiğimiz olgu bir kesimin bir kesimi yok sayması veya yok etmeye çalışması değil. Ülkeyi iç savaşa sürükleyecek kararların ortaya konması da değil. Ülkenin çıkarları huzuru, barışı, refahı ve uzlaşmayı gerektiriyor ve herkesin bu konuda elinden gelen çabayı göstermesi de zorunluluk olarak karşımızda duruyor.

Herkesin ve tüm siyasilerin de bildiği gibi ülkemizin bir numaralı sorunu Kürt sorununun çözümlenmesi meselesidir. Bu konuda başarı sağlanmadığı sürece diğer sorunlarımızı ortadan kaldırmanın imkânı yok.

Bu sorunu çözmek için iki yol denenebilir. Bunlardan birincisi uzlaşma yoludur. Evrensel insan hakları çerçevesinde demokratik ilkeler ve özgürlükler kullanılarak sorunu meclis çatısı altında alınan kararların desteği ile masa başında çözmek.

İkinci yol ise güvenlik politikaları adı altında sertlik ve silahlı çözüm yoludur. Bu da savaş ve ölüm politikalarının benimsenmesi, temel insan haklarının askıya alınması, sıkıyönetim uygulamaları, olağanüstü yargılama metotları kullanılarak insanların zorla sindirilmesini içeriyor.

Bu iki metot konusunda da deneyimlerimizi mevcut.1990’lı yıllarda uygulanan politikalar güvenlik politikalarıydı. Yaşanan ortamı hep birlikte acıları ile hala yaşıyor ve hatırlıyoruz. Tablo ortada 40-50 bin vatandaşın yaşamını yitirmesi, milyonlarca vatandaşın yerinden yurdundan olması,3-4 bin köyün boşaltılması, onbinlerce faili meçhul cinayetin işlenmesi, yüz binlerce insanın gözaltına alınması ve onbinlerce vatandaşın tutuklanması. Bu siyasal ve sosyal tablonun bir de ekonomik maliyeti oldu elbet. Milyonlarca insanın işsiz ve aç kalması, psikolojik bunalıma girmesi ve 400 milyar dolar kadar bir maddi kayıp.

Güvenlik politikalarının ortaya çıkardığı sonuç ise şu olmuştu. “Ovaya gelip siyaset yapsınlar!”

Buna karşılık sonuca ulaşmamış olsa da son dönemde “çözüm süreci” olarak adlandırılan bir deneyimimiz de oldu. Oslo görüşmeleri ile başlayan ve en son Dolmabahçe mutabakatı ile beli bir noktaya gelen süreçten söz ediyoruz. Bu sürecin uygulamada olduğu dönemde ülkenin ne kadar huzurlu bir ortam yaşadığını hepimiz kabul etmek durumundayız. Çünkü karşılıklı bir ateşkes söz konusuydu ve insanları yaşamlarını yitirmiyorlardı. Ülke geleceğine umutla bakıyordu. Kardeşlik tohumları bütün acılara rağmen yeniden yeşermiş ve birlikte yaşam modeli etkin olmuştu. Silahların yerine fikirler konuşuyor ve özgürlükler konusunda artık başımızı önümüze eğmediğimiz bir ortama doğru gidiyorduk.

Bu süreçte demokratikleşme alanında da önemli adımların atıldığını ve ilerlemeler sağlandığını da kabul etmemiz gerekiyor. Lakin 7 Hazirana giden süreçte yaşananlar ve ardından Haziran- Kasım ayları arasında yaşadıklarımız bunca çabanın yerle bir olmasına sebep oldu.

Şunu kabul etmemiz gerekiyor ki Türkiye artık kamplaşmaya ayrılmış bir tablo sergiliyor. Siyasilerin bu durumu derhal düzeltmesi gerekiyor. Bu da parlamento çatısı altında bir uzlaşmayı zorunlu kılıyor. Çünkü ülke içi ve dışındaki gelişmeler bizleri çok kötü durumlara sürüklemeye oldukça müsait bulunmaktadır. Devleti yönetenlerin ve devlet mantığının artık bir karar vermesi gerekiyor. Ya toparlanma yaşanacak ve ülke kendi sorunlarını kendisi hal etme yoluna girerek uzlaşma mantığı ile sorunlarını çözecek. Yâda başkaları önce içişlerimize çomak sokacak, ortalık kan revan olduktan sonra da hami kesilerek sözüm ona çözümler üretecek ve kâbus gibi insanlarımız tepesine binecek.

İşte bu kararlaşmanın yaşanacağı bir dönemin başında bulunuyoruz. Umutlarımızı yeniden yeşertecek güce de sahibiz ülkeyi karanlıklara götürecek kararları almaya da.

Mesele kaderimizle birlikte memleketin geleceğini nasıl belirleyeceğimiz meselesidir.

Yeni bir başlangıç yapabiliriz.

Olup bitenleri gurur meselesi yapmadan yeniden masaya dönebiliriz. Kayıpların acısından ders çıkararak acılarımızı durdurabiliriz. Kayıplarımıza yeni kayıplar eklemeden sorunlarımızı çözüm yoluna koyabiliriz. Bunun için yapılması gereken liderlerin söyledikleri kırıcı ve yanlış sözlerin üzerine bir çizgi çizmesidir.

 Atılması gereken bu çizginin geciken her dakikası ülke için, yurttaşlar için bir kayıp anlamına geliyor. Bu ülke Sayın başbakanın söylediği gibi eğer Kürtlerin de devleti ise o zaman Kürt sorununun artık silahsız çözümünü gerçekleştirmek gerekiyor. Bu ülkeyi güvenlik politikaları ile düze çıkarmanın imkânı yok. Öldürüp yok etmekle sorunlar çözümlenmiş olsa yaşanan dünya savaşlarından sonra artık sorunsuz bir dünyada yaşıyor olmamız gerekiyordu. Bu nedenle siyasilere ve liderlere çağrımız yeni bir başlangıç yapmalarıdır.

İnanıyor ve biliyoruz ki yeni bir başlangıç mümkün!