Her ay 1 film listesi hazırlayıp ay içerisinde listedeki tüm filmleri izlemeye çalışırım. Ramazan dolayısıyla film izleme fırsatım çok olduğu için kabarık bir listesinin üstesinden gelebildim. Bütünleştiğim, sevdiğim, ferahladığım filmlerde oldu, sıkıldığım ve kapatmaya can attığım ama gene de yapıma saygı duyduğumdan sonuna kadar izlediklerim de oldu. Bir geçmişten bir günümüzden harmanladığım liste, yaşattıkları ve kattıklarıyla gayet keyifliydi.

Bir film ve bu filmdeki iki sahne diğer tüm izlediğim filmlerin önüne geçti. Filmin adı: The Square. Claes Bang’in canlandırdığı Christian adlı karakter, Sthockholm’de bir modern sanat müzesinin küratörlüğünü yapmaktadır. Christian, toplumun durumuyla ilgili her türlü sanatsal üretime geçmektedir ve bunun karşılığını ün olarak almaktadır. Günümüz filmi günümüzü pek vurucu sahneleriyle eleştirmeyi merkezine almış. İlk 1 saati izlerken neden Cannes’da ödül aldığını düşünüyordum. Aslında filme genel olarak baktığımda gene de fikrim pek değişmiyor ama filmin iki sahnesi pek çok övgüyü hak ediyor, öyle ki bu sahnelerin ödüldeki payının çok olduğunu düşünüyorum. Filme kesinlikle kötü  demiyorum. Tartışmaya sunduğu, dokunduğu ve iğnelediği ciddi sahnelere sahip. İnsanların telefona gömülmesi, dilenciler hususu, modern sanatın durumu ve öz eleştirisi… Pek çok şeyi bir arada bulabilirsiniz.

Gayet başarılı bulduğum iki sahneden ilki maymun sahnesi. Performans sanatıyla maymunu canlandırmaktadır Oleg adındaki karakter. Yemek masalarında yerlerini alan seyircilere uyarı önceden yapılır; orman kuralları seyirciye aktarılır ve Oleg sahneye çıkar. Oleg avlarıyla oynamaya başlar; kimisi kaçar kimisi boyun eğer ve hiçbir şey olmamış gibi davranır. Oleg çılgına döner ve bir kadına tecavüz etmeye kalkar ki önce kadının ailesi daha sonra tüm seyirciler Oleg’in canını alırlar. Bu sahnenin alt metni çok kuvvetli. İnsanlığın temel ahlaki anlayışı, günümüzdeki insanların genel tavrı, şiddet, kanun… Performans sanatı yapan Oleg, kendisini üst düzey bir oyunculukla seyirciye unutturup görevini başarıyla yerine getirmiştir. Peki ya sonrası? Modern sanat, ahlak, şiddet çatışması. 

İkinci sahne ise Tourette sendromu. Tourette sendromu, bedensel ve sesli tikerin bir arada olduğu bir hastalıktır. The Square filminde bu sahneyi izlerken teşbih yapamadan duramadım. Coğrafyamızdaki birçok insanın bu probleme benzer bir rahatsızlığı yaşadığını düşünüyorum. Akla ilk gelen ne ise o söyleniyor. Hoşgörü, alttan alma, duyarlılık neredeyse kalmadı coğrafyamızda. Gülten Akın’ın, ‘’ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya’’ dizelerini gırla paylaşabiliyoruz ama bu anlayışa sahip olamıyoruz. Görünme ve gösterme çağında geçmişe sahte bir özlem duyuluyor. Kayıp üstüne kayıp yaşanıyor. Sonrasında bütün bunları toplayacak bir kahramana ihtiyaç duyuyoruz. Gelenek devam edip duruyor ama yaralı ama bitik.

Anlamaktan öte sezgilerimizle yaşamayı denemeliyiz belki de

Anlam diyarı bize göre değil belki de

Bedensel zararlar, ölümler getirdiğimiz bu diyarı

Ya törpülemeli

Ya da ‘’bir anlamalı bin sezmeli.’’