İnsanların ve dolayısıyla kurumsallaşmış yapıların devletine ve milletine sahip çıkması elbette güzel bir duygudur.
Ancak bu sahiplenmeni yolunun ve yordamının seçilmesinde izlenecek metot bu duygunun yarardan ziyade zarar vermesine de neden olabilir. Nöbet geçiren bir hasta çocuğun üşüyorum üzerimi örtün talebine anne tarafından 39 derecelik ateşi dikkate alınmadan yerine getirilirse ortaya çıkan sonuç yıkım olacaktır.
Ülkemizde de memlekete ve millette sahip çıkma adına dönem dönem sert kırılganlıklar yaşanmış, kurtarılmaya çalışılan millet eziyete maruz kalmış ülke ise gözden düşürülmüştür.
Ortadoğu ülkelerinde seçilmiş sivil inisiyatif ile ellerinde güç bulunduran askeri mekanizmaların çatışması ne yazık ki çok doğal ve olağan bir durummuş gibi kabullenilmektedir. Oysa bunun böyle olmadığını dünya âlem çok iyi bilmektedir.
Ne topraksız bir milletin nede milletsiz bir toprağın istenen faydayı sağlayamadığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Sadece millete ve toprağa yani ülkeye sahip olmak da yeterli değil asıl olan bir ülke ve bir millete sahip olunduğunda bu milletin bu ülke üzerinde rahat, onurlu ve başı dik bir şekilde gönül rahatlığı ile yaşamasıdır.
Bu nedenle milletin rahat etmediği ülke çok da uygun bir ülke olarak görülmez.
Bu girişten sonra gelelim Milli irade ile Milli ordunu sıklıkla karşı karşıya geldiği ülkemize.
Türkiye’de ordu kendisini ülkenin varlığı ve korunması konusunda ana merkez olarak görmektedir. Sadece ülkenin bu durumu ile ilgili değil aynı zamanda demokratik anayasal rejimin teminatı olarak da ortada durmaktadır. Buraya kadar bir sorun yok ancak yaptığı müdahalelerle aynı zamanda anayasal rejimin kökünü de kazıdığından hem eleştirilere maruz kalmakta hem de milli iradeyi yok saymaktadır.
Milli irade - ki biz bu tanımlama ile seçilmiş iktidar ve parlamentoyu kast ediyoruz- yürütme erkini eline aldığında Anayasal konum ve kurumların rolünü hakkıyla idrak etmez ve de uygulamaları ile rejimin sürdürülmesini zorlaştırır veya değiştirmeye zorlarsa karşısında kim duracak sorusunun cevabı olarak genellikle ordu çıkmaktadır.
Oysa düşünce ve bakış açımızı değiştirip milli irade ile ordunun karşı karşıya gelmeden de rejimin sürdürülebilirliği pek ala herkesin konumuna göre hareket etmesi ile mümkün olabilmektedir. Dünyanın demokratik rejimlerle yönetilen ülkelerinin tamamında bu durum çözülmüştür.
Ne yetki alan başbakanlar diktatör gibi davranmakta ne de elinde silahı bulunan ordu darbeci mantığı ile olaya bakmaktadır. Herkes ülke ve milleti için üstlendiği görev belirlenmiş kurallar çerçevesinde yerine getirmekte görevleri oranında sorumluluk taşımakta ve işler rayında gitmektedir.
Böylesi bir durumda da millet seçtiği iradesi ile koruyucusu olduğu ordu arasında tercih yapmak zorunda kalmamakta, huzuru kaçmamakta kendisini güvensiz bir ortamda hissetmemektedir.
Ülkemizde çok partili rejime geçildikten sonraki süreçte her on yılda bir askeri darbe ile anayasal hak ve hukukun ortadan kaldırıldığı süreçler yaşanmıştır. Halkın kendi kendisini idare etme kararı yok sayılmış ve “sizi kendiniz değil biz iyi idare edeceğiz” mantığı dayatılmıştır. Sonuç olarak da ülke bu girişimler nedeniyle ulaşması gereken noktaya erişmekte geç kalmıştır. Bu nedenle artık darbe mantığını bir kenara bırakılması ve ordunu gerçek görevi olan ülke savunması çizgisine çekilmesi gerekmektedir.
Milli iradenin temsilcisi olan hükümetlere gelince onların da milli irade kılıfı altına girip kafalarındaki rejim düşmanlığı sırrını bu yolla dayatmamaları gerekmektedir. Sayesinde iktidara geldikleri demokratik layık rejimi tehlikeye atacak adımları atmaktan kendilerini uzak tutmalıdırlar. Yüzde kaçlık bir çoğunlukla iktidara gelinmişse gelinsin ülke çoğunluğu tarafından iktidara taşınmadıklarını çok iyi bilmelidirler ve bu yüzden kendilerine oy verenler kadar kendilerine oy vermeyenlerin de hak ve hukuklarını bulunduğu ve rejim şemsiyesinin herkesi kapsadığını unutmamalıdırlar.
Bu dengeyi sağlayacak ve koruyacak mekanizma ise tabi ki yargı sistemi olacaktır. Yargı bu konuda duyarlı olmalı ön açıcı içtihatlarda bulunmalı ve bunların uygulamalarını takip etmeli ve halkla paylaşmalıdır. Adalet temsilcilerinin herkesten çok halka yakın olması gerekmektedir. Adalet mekanizmasındaki insanlar değişik nedenlerle halktan uzak durmaları ne kendilerine ne ülkeye kazandırmakta ve günümüzde olduğu gibi zaman zaman yalnız kalmalarına neden olmaktadır. Oysaki halkın güvencesi nasıl yargı oluyorsa yargının güvencesi de halktır. Halkın adalet duygusudur.
Bu ülkede milli irade ile ordunu çatışmadığı tıkanıklıkları yargını aştığı dönemde rejim de millet de rahat bir nefes alacaktır. Ne asılan başbakanlara, ne cezaevlerinde tutulan liderlere, ne de Hasdal da otuzdan fazla generalin tutuklanmasına gerek kalacaktır.