Önce tabloyu vererek konuya girelim.
* Yargısız infaz: 44 ölü, 82 yaralı 
* Faili meçhul saldırılar: 18 ölü, 4 yaralı 
* Silahlı çatışmalar: 29 ölü, 7 yaralı
* Kuşkulu ölüm ve yaralanmalar: 30 ölü
* Nefret cinayetleri ve yaralanmalar: 12 ölü, 14 yaralı
* 2013 yılında açılan soruşturma sayısı 42, kişi sayısı 503
* Cezaevlerindeki ihlaller: 3 bin 60 ihlal 
* İş kazasında ölen 103’ü kadın, 59’u çocuk olmak üzere bin 545 işçi
Sadece bu kadar mı derseniz cevap hayır
* Cezaevinde yaşamını yitirenlerin sayısı 33 kişi
* 19 Dernek hakkında kapatma davası açılmış
* Öldürülen kadın sayısı 269
* Taciz ve tecavüze uğrayan kadın sayısı 556
Bu tabloya bakıldığında akla gelen ilk algının Suriye’deki çatışmalarda meydana gelen olaylar olarak algılanabilir ancak değil. Bu tablo İnsan Hakları Derneği tarafından kamuoyuna açıklanan 2013 yılı ihlallerinin bir bölümü.
Manzaranın bir savaş tablosunu andırdığının farkındayız elbet. Ancak bu verilerin son bir yılda ülkenin doğusunda sürdürülen ateşkes ve çözüm sürecinde silahların sustuğu bir zamanlamada meydana geldiğini belirtmekte ve hatırlatmakta yarar var.
Gezi olayları sırasında meydana gelen olaylarda yaşamını yitiren 9 yurttaşı saymazsa her şeyin normal bir düzeyde gittiği bir ortamdaki tablo bu.
Yasalar ve uluslar arası kabul gören anlayış herkesin doğuştan gelen temel haklarının varlığıdır. Bunun başında ise insanların yaşam hakkı ile ifade özgürlüğü geliyor. Demokratik toplumlarda fark, insan hakları ihlallerinin sorgulanıyor olmasıdır. Herhangi bir hak ihlali karşısında vatandaşın hakkını koruyan bir hukuk mekanizmasının var olmasıdır.
Peki, ülkemizde hukuk mekanizması var mı?
Elbette var.
Binlerce hâkim ve savcımız, yetkili kurullarımız, avukatlarımız, adliye saraylarımız, Adalet bakanlığımız, cezaevlerimiz var. Bu kadar da değil bu cezaevlerimizde halen 144 bin 178 mahpus var ve bunlardan 500’ün üzerindeki mahpus ağır hasta bunlardan da 164’ten fazlası ölüm sınırında bulunmakta.
Hal böyle olunca ve sistemin adı da demokratik, sosyal hukuk devleti olduğunu göre neden bu kadar hak ihlali yaşıyoruz?
Çünkü her ne kadar modern hukuk sistemlerindeki yasal düzenlemeleri uyguluyor olsak da hala benliğimizde olan şey;
“Kutsal devlet”
“Kutsal İnanç”
“Kutsal gelenek ve görenekler” anlayışı var.
Ne yazık ki bunların önüne halen “Kutsal İnsan” algısını ve anlayışını yaşamımıza uyarlamış değiliz.
Halen Devletçi bir anlayış
Halen milliyetçi bir anlayış
Helen gelenekçi bir anlayış peşinde koşmakta ve bu algılarımızı evrensel insan hakkı anlayışının önüne koymaktayız.
Bu nedenle güçsüzü yok etmeyi doğal hakmış gibi algılamalarla kadınları öldüren, çocukları sömüren bir algısal yapıya sahip toplumda yaşıyoruz. Taraftar olma çabasını “adaleti gerçekleştirme” veya “hak ve hukuku üstün tutma” anlayışından üstün tutuyoruz.
Paralel oluyoruz!
Dikey oluyoruz!
Yatay oluyoruz!
Ancak;
Dik durup hak ve adaleti savunmayı gerçekleştiremiyoruz.
Bu durum da her yıl yayımlanan insan hakları raporlarının savaş bilânçosu gibi görünmesine neden oluyor.
Hemen şu belirlemeyi yapmamız gerektiğini de belirtelim. Bu rakamlar Türkiye genelinde rapor edilebilmiş olan sayılardır. Bu tabloya giremeyen verilerin varlığı da muhakkaktır. Eminiz ki devlet sisteminin yürütücüsü olan idarenin elinde daha farklı veriler de bulunmaktadır.
Sonuç olarak bu ülkenin ve bu ülke insanlarının bu tabloları hak etmediğini belirmeliyiz. Demokrasi ve yönetim anlayışında ustalık dönemi yaşadığını belirten bir hükümetin icraatları döneminde ortaya çıkan tablonun bundan farklı olması gerekirdi. Hele hele geçen sene Mart ayından bu yana çatışmasızlık yaşandığını hesaba katarsak ve bölgemizdeki ortamın rahatlamasını değerlendirirsek bu bilânçonun ağır olduğun belirtmek gerekiyor. Dileriz daha farklı konuları değerlendireceğimiz günler de gelir.