90’lı yılların kabusu tekrar döndü. Dağlar yanıyor. Ülke insanları en güzel çağlarında yok oluyor. Şehir içlerinde M-16’lı özel harekatçılar tekrar gözükmeye başladı. Nusaybin’e giderken tıpkı 90’lı yılların ilk yarısında olduğu gibi bir çok kontrol noktası oluşturulmuş. Köylüler tedirgin. Korucular elleri tetikte. Vatani görevini yapan Mehmetçik “tamda bizim askerliğimiz sırasında çatışmalar başladı” der gibi.
Ülkenin Batı tarafında yaşayan yurdum insanı pek bir dertli. El bebe, gül bebe beslediği fidanı ya bir mayına basarsa… Sniper kurşununa hedef olmakta var riskler arasında. İstanbul’un Akmerkez ya da İstiklal Caddesini arşınlamaya alışmış ayakları ya bir tepede burkulur da düşerse…. Her gün televizyonda şehit haberlerini korku ve endişeyle izleyen o kadar çok insan var ki…..
Öte taraftan Doğu İllerinde ve genelde de varoş semtlerinde dağda yitirdikleri evlatlarının acısını yüreklerinin derinliklerinde hisseden ama haykıramayan ana-baba ve kardeşler.
Bu acı nereye kadar? Çözüm yok mu der gibiler ama nafile. Giden geri gelmiyor.
Bir açılım müjdesi çıktı ve sevindik. Dağdan inen gerillalar sınırda zılgıtlarla karşılandı, duygulandık. Bu bir zafer veya bir şeyi başarmış olmanın sevinci değildi. Bu kardeş katliamının bittiğinin bir habercisiydi. Ama bir takım medya ve kafatasıcı zihniyetler olayı çok farklı değerlendirdi. İt ürür kervan yürür misali aldırış edilmemeliydi. Ama edildi. Hükümet çok büyük yanlışları peşi sıra yapmaya başladı. Kendisine destek de vardı tabii ki:
Türkiye’ye Kandil ve Mahmur’dan gelenler içeri tıkıldı. Seçilmişlerin PKK’ yi destekleyip desteklemediklerini bilemiyoruz ancak elleri kelepçeli, tek sıra halinde servis edilmiş fotoğraflarla tansiyon yükseltildi.
Açılıma en sert çıkışı CHP ve MHP gösterdi. Sonradan bu kervana BDP’te isteklerimiz yok sayılıyor diyerekten katıldı. Hükümetin eli son derece zayıftı. Kendi yaptıkları ile birlikte tam bir açmaz oluştu ve Öcalan’ın da beyanatlarıyla sıcak çatışma dönemi başladı.
İsrail ile Mavi Marmara katliamı ve Türkiye’nin sert açıklamaları ile birlikte İskenderun’da bir deniz birliğine saldırı arasında bir bağ var mı bilinmez ama her zaman söylenen dış mihrakların da bu işe katkıda bulunduğu gerçeği gözlerden kaçmıyor.
Sebep her ne ise bu yaşananların sonunda acı ve göz yaşından başka bir şey kalmayacağı bilinmiyor mu? Silah satmak isteyen baronların güçlü bir Türkiye olmasını istemedikleri ve bunun içinde yarayı kaşıdıkları anlaşılmayacak bir şey mi?
Ne Kürtçe’nin önünde ki engelleri ve ne de demokrasi adına mayınları kabullenemiyoruz. Ölen bizim insanımız. Ölenler bizim bir parçamız. Ölenlerin dedelerinin babaları bir bayrak, bir sancak, bir ülke için yedi düvelde çatışmış aslan parçalarıydı. Ecdadı bir yudum su, bir dilim ekmeği paylaşmış, siperde omuz omuza çatışmış ve birlikte şehit düşmüş bir nesil ne yazık ki birbirlerini öldürüyor. Ortada büyük sorunlar var, doğru. Bir milletin bizde varız demesi başka, bunun için kan akması bambaşka bir şey. Çare ne bilemiyorum? Ama bir yerde bir sorun varsa bir çözüm yolu da mutlaka vardır. Çareler üretilsin, kavga bitirilsin. Allah aşkına, Peygamber aşkına bitsin bu çatışmalar artık. Ne asker ve ne de Dağdaki gençler ölmesin. Birlikte yaşamanın bir ara formülünü bulmanın zamanı gelmedi mi?