Geçtiğimiz günlerde kadın hakları çok tartışıldı. Ne yazık ki o günlerde de kadın cinayetleri durmak bilmedi. Aramızdaki pusuya yatmış nice zalimler, eşlerini öldürmekten çekinmedi… 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle kadınlara yönelik şiddet medyada yer alırken, kıyaslamalar yapıldı. Kadınlara ters bakış açısına sahip olanlar boş durmadı, “Erkeklere yönelik şiddet var” diyerek, doğru olmayan istatistikler paylaştılar. İnancımıza göre birbirlerinin yardımcıları olması gereken erkek ile kadınların arasında fitne çıkaranlar insanların en kötüleridirler. Keşke kadınlara yönelik egemen erkek şiddeti olmasaydı da bu mesele ile ilgili kalem oynatmasaydım…Ancak gerçekler ortadadır ve gözler önündedir; kadınlar daha çok eziliyor, hor görülüyor, şiddete maruz kalıyor ve cinayetlere kurban gidiyorlar… Kadınlara yönelik şiddet gerçeği keşke olmasaydı…

ALİMLERİMİZ NEDEN DUYARSIZ?..
Evet, kadınlara yönelik şiddeti geçen hafta tartıştık, görüşlerimizi beyan ettik. Ne acıdır ki doğaya yönelik şiddet gerçeği de var… On yıl önce doğaya yönelik şiddet ile ilgili bir çalıştaya öncülük etmiştim. Şu ifade o çalıştaydan kalma bir cümledir: “Doğaya dönük şiddet ve katliam insan tekinin kendi cinsine dönük direk şiddet ve katliamlarından daha hafif değildir. Daha hafif olmadığı gibi daha şiddetli ve tüm insanlığı tehdit edecek boyut özellikleri taşıdığı da söylenebilir.” Kadınların ağırlıklı olarak katıldığı söz konusu Çalıştayda, doğaya yönelik şiddet üzerinde durulmuştu. Doğaya yönelik şiddet üzerine ortaya çıkan ortaklaştığımız görüşler önemliydi. Gerçekten de Alimlerimizin çevre ve ekoloji konusundaki duyarsızlıklarına isyan eden biriyim. Alimlerimiz çevreyi, ekolojiyi, doğayı savunmadıkça, bu konuda bir değişim yaşanmadıkça, eleştirilerden inşallah kaçınmayacağım.

Bu konudaki düşüncelerimle örtüşen çalıştay sonuçları üzerine değerlendirmeyi kamuoyunun takdirine sunuyorum: “İslam’da Doğal Çevrenin yeri; Teori ve Pratik’ başlıklı, Yazar Sayın Ayşe Eren’e ait yazı gündeme gelmişti, özellikle din adamlarımızın okumasını dileyerek köşeme taşıyorum: “Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk (fesat) ortaya çıktı, nizam bozuldu.  Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır’ (Bakara; 115).
Geçtiğimiz günlerde olduğu gibi hamile kadınların sokağa çıkıp çıkmaması gerektiği, ne giyip ne giyemeyeceği, kadınların başörtüsü gibi sığ konuları iştahla tartışan günümüz din adamları, neden insan ile çevre ilişkisi gibi daha derin ve yaşadığımız dünyanın durumu ve geleceğimiz açısından kritik öneme sahip konulara ilgi göstermezler?  İslami doğal çevre anlayışı ağaç sevgisi ve hayvan haklarına saygıdan mı ibarettir yoksa İslam daha derin bir çevre etiğine sahip midir?  Yaşadıkları doğal çevreyi koruma adına yerel halkın yürüttüğü kimi medyada hiç yer bulamamış kimi ise Doğu Karadeniz bölgesinde HES’lere karşı Gerze’de termik santrala, Kaz Dağlarında maden şirketlerine karşı verilen mücadeleler gibi sesini duyurabilmiş mücadelelere din adamları ve İlahiyat fakültelerinin hocaları neden ilgi göstermez ve halkın yanında yer almaz?  Dereler sanayi tesisleri, maden işletmeleri ve evlerden boşalan atık sular ile kirlenirken, neden hiçbir din adamı suyun kutsal olup kirletilmemesi gerektiğini söylemez?  Bitki ve hayvan çeşitliliğinin yüksek olduğu alanların korunması ve milli parkların genişletilmesi çalışmalarına neden hiçbir din adamı destek vermez?  Baş döndürücü hızla artan tüketim alışkanlığı ve sonrasında ortaya çıkan çöp ve kirlilikle ilgili neden hiçbir din adamı yorum yapmaz?

İSLAM VE EKOLOJİ…
Seyyid Hüseyin Nasır da 1968’de yayınlanan “İnsan ve Doğa” kitabında çevre krizinin İslamiyetteki manevi köklerine işaret etti.  Nasır’ın tezine göre, İslami öğretiler doğal çevreye ve doğa-insan ilişkisinin uyumuna dair bilgiler içermesine rağmen İslam toplumları üzerinde nüfuza sahip din alimleri ne bunları savunuyor ne de hükümet ve şirketlerin çevre sağlığına zarar veren girişimlerini eleştiriyor.

Kuran ayetlerini inceleyen din alimleri İslam’ın evrene bütüncül bir bakış açısıyla baktığı, ekosistemleri, doğal döngüleri ve ekolojik dengenin varlığını örneklerle verdiğini söyler.  İbrahim Özdemir “Yeryüzünü bir döşek, göğü de bir kubbe yapan; gökten yağmur indirip, onunla (bize) rızık olarak çeşitli mahsuller çıkaran Rabbimizdir” (Bakara; 22) örnek olarak gösterir.

İslami düşünceye göre evrenin kendisi Allah’ın ilk vahyidir ve doğada her varlıkta Allah’ın belirtilerini görmek mümkündür. Bu nedenle evren kutsaldır.  Birlik, denge ve uyum ilkeleri ile yönetilir. Bu anlayış, İslami etiğin ilk ilkesi tevhidi oluşturur. Doğa sadece insanların kullanımı için yaratılmamıştır ve asıl Tanrı’nın gücünü yansıtmak için vardır.  Her varlık hak sahibidir ve insanoğlunun buna uygun davranması gerekir.  Doğanın sahibi değil hizmetinde olmak İslami çevre etiğinin ikinci ilkesidir. Gelecek nesillerin haklarını korumak ve onlara doğal çevreyi temiz bırakmak da üçüncü temel ilke olarak kabul edilir.

Bu din alimleri çevre krizinin Batı uygarlığının ürünü olan modern teknoloji ve modern bilimle doğrudan ilgili olduğunu savunuyorlar.  İslami ülkelerin yöneticileri bilim ve teknolojiyi taklit etmeye çalışarak küresel ekonomik düzenin bir parçası olmaktan öteye geçemiyorlar. Hükümetler kendi kültürlerine uygun özgün modeller yaratmak yerine Batının modellerini körü körüne uyguluyorlar.  Kendilerine karşı gelenleri ellerindeki iktidarı kullanarak bastırıyorlar.

Camilerdeki vaazlar Peygamber’in hayvan sevgisinin ve ağaç dikmeye verdiği önemin ötesine geçmiyor.  

Örneğin; biyoçeşitliliğinin ve doğal alanların korunmasının öneminden, aşırı tüketimin yarattığı kirlilikten veya küresel ısınmaya bağlı tehlikelerden bahsetmiyorlar.  Çünkü, İslami ülkelerdeki geleneksel din bilginleri çevreyle ilgili İslami öğretileri yeniden formüle edip, toplumun geniş kesimine aktarılması konusunda ya duyarsızlar veya hazırlıksızlar ya da isteksizler.   İslam teolojisi de “Doğa teolojisi”ne pek fazla eğilmemiş durumda. Giderek derinleşen ve yayılan çevre krizine karşı ülkemizdeki İslam alimleri somut adımlar atıp, bilimcilik, indirgemecilik ve materyalizm esaslı modern bilim ve teknolojiyi savunmak yerine, “Doğa teolojisi” üzerine yoğunlaşarak, doğal çevre ile insanın uyumlu beraberliğini formüle eden ve halkın kavrayıp benimseyeceği duru bir dille ifade eden çalışmalar yapabilirler.”