Türkiye’de çözüm süreci olarak adlandıran ve ülkeye rahat bir dönem geçirten süreçte başta Kürt sorunu olmak üzere demokratikleşme adımlarının atıldığı dönemin birçok kesimi rahatsız ettiği artık daha net olarak görülmektedir.

Çünkü çözüm süreci başarılı olsa,

Türkiye demokrasisini daha da ileri götürse

Ülkede güven ortamı gerçekleşse

Bu ülkenin önünü tıkamanın mümkün olmadığını anlamayan kalmadı.

O zaman ülke kendi iç karışıklığına harcadığı enerjiyi yatırım ve kalkınma için harcayacak, hızla büyüyecek ve bölgesinin güçlü ülkesi olacak.

Ancak ne yazık ki son ana kadar olumlu esen bu rüzgâr birden hortuma dönüştü. Gezindiği alanda ne varsa, estiği alanda ne varsa içine aldı ve yerle bir etti. Böylece büyük umutlar bağladığımız çözüm süreci de suya düşmüş oldu.

Dünyada ve Ortadoğuda değişen dengeler ve yapılan değişiklikler göstermektedir ki birileri Türkiye’yi terbiye etmek ve kendi boyunduruğu altına almak veya bulundurmak istiyor. Bu isteği gerçekleştirmek isteyen kesimlerin en hassas nokta olan Kürt kartını oynamaktan geri durmadıklarını da belirtmekte fayda var. Çünkü ülkenin kanayan yarasını bulmak ve yaraya tuz basmak için çok çaba göstermeleri gerekmiyor. Bu nedenledir ki en hassas noktadan yükleniyorlar.

Bu yüklenme öyle tek taraflı olarak da gerçekleşmiyor. Hem sağdan hem soldan Kürt hassasiyeti kullanılarak bölgemiz karıştırılmak istenirken aynı şekilde mezhepsel ve etnik köken farklılıkları kullanılarak da ülkede de iç karışıklıklar çıkarılmak isteniyor.

İşte tam da bu noktada belirtilmesi gereken bir konu var.

Madem yarayı biliyoruz o zaman neden iyileştirmiyoruz?

Madem dert bizde neden derman bizde değil?

İşte bizim de temel sorunumuz bu.

“Nuh deyip peygamber dememe”  inadımızın da bu çözümsüzlükte payı bulunduğu açık.

Ülkemizde var olan zehrin panzehiri açıktır ki daha çok demokrasi, daha çok şeffaflık, daha çok hukukun üstünlüğü, daha çok saygı ve sevgidir.

Bunun için de en başta gerek devlet katındakilerin vatandaşa bakış açısının gerekse vatandaşın devlete bakış açısının değişmesi gerekiyor.

Devlet vatandaş için var olduğunu, görevinin vatandaşa hizmet etmek olduğunu, onu korumak olduğunu ve iradesine saygı duymak zorunda olduğunu kabul edecek ve ona göre hareket edecek. Vatandaş ise bu devletin kendi devleti olduğunu, bu devletin zeval görmesi durumunda kendisinin de yok olacağını, özgürlüklerinin ortadan kalkacağını bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekiyor.

“Yani ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyenlerin de mantığı doğru değil “devletin malı deniz yemeyen keriz” diyenlerin de. Devleti düşman görme anlayışı da yanlış vatandaşı potansiyel suçlu görme anlayışı da.

O halde yapmamız gereken birbirimize karşı gardımızı almak değil kucaklaşmak için kollarımızı açmak olmalıdır. Bunu da çatışarak yapamayacağımız açık. Herkes elindeki taşı sessizce yere atmalı ve kucaklaşmanın zeminini yaratmaya çabalamalı. Elde silah, çatışarak, orayı burayı savaş alanına çevirerek barış ortamını oluşturmak pek mümkün değil. Kör politikalarda ısrar etmenin de anlamı yok.

Şurası açık ki birileri Türkiye’yi Kürtlerle terbiye etmek istemektedir. Buna karşılık bu kargaşada nerede olursa olsun Kürtlerin kaybettikleri görünüyor. Bakın Suruç’ta meydana gelen patlamaya, 34 canımızı kaybettik. Ondan sonra Ankara garı saldırısı var. Burada da 104 canımızı yitirdik. Son olarak Gaziantep’te meydana gelen saldırıda da en son rakamlara göre 54 canımızı kaybettik. Kaybedilen canların tamamı bizim. Bu ülkenin. Elbette bu kayıplarımızı görüşlerine göre, kimliklerine göre, oy verdikleri siyasi partilere göre kategorize edemeyiz. Lakin bazı gerçekleri de görmemiz gerekiyor. Bu tür eylemleri yapanlar ortadoğudaki çatışma mantığının uzantıları. Sivillerin içine giriyorlar ve kendilerini patlatıyorlar. Bununla hem bir kesimi yok etmeye çalışıyorlar hem de bu kesimi kışkırtmak suretiyle diğer kesimlerin üzerine saldırtmaya çabalıyorlar. Bu tarz bugüne kadar tutmadı. İnşallah da tutmayacak ancak buna güvenip manzaraya seyirci kalamayız.

Birilerinin Kürtler üzerinden Türkiye’yi terbiye etmesine Kürtler olarak da ülkemizdeki diğer etnik ve dini inançlar olarak da müsaade etmemek zorundayız. Devletin de bu zemini bir an önce ortadan kaldırmasında fayda var.

Kız gittikten sonra diz dövmenin bir faydası yok diyor büyüklerimiz. Önlemler hızla alınmalı ki daha büyük vakalarla karşılaşmayalım ve birileri de yaralarımızı kaşımasın. Barış bizim tek şansımız çünkü.