Oslo görüşmelerinin de içinde bulunduğu ancak son aşamada verilen söz ve düzenlemelerin pratik yaşama geçirilemediği bir çözüm umutlu dönemin ardından sıkıntılı bir süreci atlatmaya çalışıyoruz.
Toplumsal etkinliklere yapılan sert müdahalelerden sonra yaşanan tıkanıklık kendisini silahlı çatışmaların artışı şeklinde sahneye koydu.
Sadece içi dinamiklerin varlığı bile yeterince sıkıntılı bir dönem yaşamamıza yetecekken bir de Suriyedeki iç karışıklıklar çıkınca karşılaştığımız sorunların boyutları değişmeye başladı.
Türkiye kendi iç sorunu olan ancak bütün orta doğuyu kapsayan Kürt sorununu çözmedikçe bölgenin lider ülkesi olma hedefini yakalayamaz.
Komşularla sıfır problem projesi ile dış ilişkilerini yürüten hükümet Irak, İran ve Suriye başta olmak üzere mevcut ortak çıkarlar üzerinden bir işbirliği ve sınırlarda yapılacak düzenlemelerle işin içinden çıkmayı planlıyordu. Ancak gelinen aşamada avantaj olarak görülen birçok konunun nasıl dezavantaja dönüştüğünü de açık bir şekilde gördük.
Özellikle mezhepsel çatışma veya ayrışma belki de hiçbir zaman olmadığı kadar bu dönemde ortaya çıkıp netleşti. Artık hiçbir komşumuzla Mutluluk fotoğrafları çekecek durumda olan bir ülke değiliz. Bu durumun iç işlerimize yansımamasının da mümkün olmadığını düşünüyoruz.
Karşı karşıya kaldığımız veya kalacağımız önemli bir konu da şüphesiz toplumsal kargaşa çıkarma çabalarıdır.
Çünkü bir ortamı bozmaya yönelik çabalar en çok bu alanda somutlaştırılmaya çalışılır. Bu konuda önleyici güce sahip olan iki siyasal parti bulunmakta. Bunlardan biri Türkiye’de oyların %50’sini alan ve tek başına iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi iken diğeri Kürtlerin büyük desteğini alan ülke genelinde baraja takıldığı halde Kürtler üzerinde ve hakkında söz söyleyebilen ve dinlete bilen parti olan Barış ve Demokrasi Partisidir.
Ancak ne yazık ki parlamento çatısı altında bulunan ve Türkiye’nin sorunlarını çözme noktasında güç sahibi olan bu iki partimizin birbirlerine karşı göstermiş oldukları refleks ve tavırlar sadece kendilerini değil Türkiye kamuoyunu da germektedir.
Siyasal alandaki bu gerginlik ve sertleşme çözüme odaklanma şansını da zora sokmaktadır. Bu ülkede özellikle 1990’lı dönemde güvenlik politikaları adı altında çok sıkı politikaların uygulandığını yaşayanlar çok iyi bilmektedirler. O dönemin çatışmalı ortamının bir sonucu olarak dağ taş kemik kaynamaktadır. Dile kolay 50 bin civarında insanımız yaşamını yitirdi. Ülke uluslar arası kamuoyunda mahkûm edildi. İnsan Hakları alanındaki karnemiz sıfırlardan geçilmez oldu. Yurttaşın devlete, devletin yurttaşa olan güveni sıfırlandı. Bu tablonun ortaya çıkardığı sonuç nedeniyle AKP, Türkiye’de sorunların çözüm umudu olarak iktidara geldi. Üstelik bu parti son döneme kadar Kürtlerden en büyük desteği alan siyasal parti olarak tarihteki yerini aldı.
Bunu anlatmamızın nedeni şudur; Türkiye ikinci bir 90’lı yılların güvenlik eksenli politikalarını kaldıracak durumda değil. Bunun çok iyi bilinmesi gerekir. Üstelik siyasal ve sosyal konjektör de bu durumu kaldıracak durumda değil. Her taraf ateşten çembere dönüşmüşken ülkeyi süreklilik arz eden bir gerginlikte tutmanın faydalı olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle siyasal partilerin savaşma yerine uzlaşma endeksli hareket etmelerinin, yeni anayasa çalışmalarına uzlaşma ağırlıklı devam etmelerinin ve ülke sorunlarına çözüm üretme anlayışı ile davranmalarının yararlı olacağını düşünüyoruz.
Restleşme ve hedef göstermeler nedeniyle BDP binalarının saldırıya uğraması Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında endişeye ve tepkiye neden olmaktadır. Son bir haftalık süreç içerisinde en az sekiz yerde BDP binalarına yapılan saldırılar dikkatleri bu yöne çekmektedir. Bu durum toplumsal kargaşanın büyümesine neden olabilecek tavırları barındırmaktadır.
Siyasetçilerin görevi toplumu gerip kargaşa çıkarmak değil gergin olan toplumu rahatlatıp uzlaşmaya yöneltmektir. Beklentimiz de bu yöndedir.