Ehli vukuf bilir, hükümetimizin değerli temsilcileri “kriz bizi teğet geçiyor” buyurmuşlardı. Ancak hissettiklerimiz bakılırsa kriz bize teğet meğet geçmiyor delip delip geçiyor. Çok saygısız olan bu kriz ne hükümet dinliyor nede devlet büyüğü!

Hükümetin uyguladığı politikaların uluslar arası sermaye politikalarından ayrı düşünülmemesi gerektiğini belirtmek gerekiyor. Olayı uluslar arası boyutu ile düşündüğünüz zaman ülke içindeki gelişmeleri daha rahat bir şekilde anlamak da mümkün olabiliyor.

Ülkemiz, her ne kadar hükümet her şey yolunda diyorsa da sahip olduğu potansiyeli hakkı ile kullanabilen bir konumda değil. Deyeceksiniz ki hükümetin söylediklerinde doğruluk payı yokmudur? Vardır elbette. Ama işin içinde bir köylü kurnazlığı da var belirtelim. Hükümetin açıklamalarını dikkatle dinleyin. Yaptığı değerlendirmeleri dikkatle inceleyin hiçbir değerlendirmede gelişmiş Ülker ile karşılaştırma yapıldığını duydunuz mu?

Yok, duyamaz ve de göremezsiniz.

Hükümet, hep kendinden önceki hükümetlerin dönemlerindeki olumsuz sonuçlarla kıyas yapmaktadır. Zaten o hükümetler başarılı politikalar ile ülkeyi yönetmiş olsalardı bugün hükümet makamında bugünkü siyasetçiler değil kendileri oturuyor olacaktı.

Bir milyar dolar para bulunamadığında kriz çıkan ülkede,

Banka üstüne banka batan görüntülerin sergilendiği faizlerin yüzde 400´lere varan oranlara çıktığı ülkede,

Yoketme ve savaş yönteminden başka yöntemin düşünülmediği dönemlerle bugünkü yapıyı karşılaştırırsanız elbette rakamlar sizi haklı çıkaracak gibi görünür.

Olaya biraz da Yoksulluk, şiddet ve insan hakları kavramları açılarından bakmak gerekmektedir.

Köy merkezli bir ülke konumundan şehir merkezli bir ülke konumuna getirildiğimiz doğrudur. Son istatistikler değerlendirildiğinde ülke nüfusunun %80´ni artık şehirlerde yaşamaktadır. Köylü nüfusun oranı ise geriye kalan %20´lik bölüm. Yani onların ürettikleri ile diğerleri beslenecekler.

İmkânları ne durumda köylünün?

Yoksulluk ve perişanlık. Köylü ürettiği ile geçinemiyor artık. Hayvancılık batırıldı. Tarım can çekişiyor yani bizi beslemek durumunda olanlar beslenemiyorlar.

Kentlerdeki duruma bir bakalım. Kentlere yönlendirilen insanlarımız kent merkezlerinde asgari ücretle bile yaşamlarını sürdürecek bir iş bulamıyorlar.

Devlet altyapısını tamamlamadığı iş alanlarını özel sektöre havale etmekle meşgulken, insanlar sefalet içerisinde yüzüyor. Uygulanan sözüm ona sosyal politikalar, sosyal sermayeler yaratırken birileri inanılmaz derecede zengin ediliyor. Başta eğitim ve sağlık sektörü olmak üzere bütün alanlarda özelleştirme mantığı ile işlerin sürdürülmesi düşünülüyor. İtfaiye gibi can alıcı bir kurum bile taşeronlaştırılıyor. Önce Tütün üretimi bitirildi tütün üreticilere işsiz bırakıldı şimdi ise tekel işçileri işsizleştirilerek üretim sektörleri bir bir ortadan kaldırılıyor. İşsilik oranı ülkemizde %20´lerin üzerinde. Asgari ücretle madden ocaklarında çalışan insanlarımız yirmişer gruplar halinde göçük altında kalarak hayatını kaybediyor.

Kısacası kentli işsiz, köylü işsiz. İnsanlar evlerine aş götürmekte zorlanıyor. Asgari ücretle bile iş bulma umudu yok olmuş. Ayda aldıkları beş yüz liralık ücreti kaybedenler TV ekranlarında hüngür hüngür ağlıyor. Herkes üç çocuk yapmalı diyen sayın başbakan bu çocukların ne ile beslenecekleri konusunda bir çözüm modeli geliştiremiyor. Uygulanan sadaka kültürüne dayalı sosyal yardım projeleri de tam olarak oy avcılığına dönüşmüş vaziyette.

Bu durum ülkede kaos yaratmaya doğru gidiyor. Yüksek işsizlik oranı ve genç nüfusun durumu değerlendirildiğinde yoksulluktan kaynaklanan şiddette yönelme oranının gittikçe yükseldiğini görmek gerekiyor. Bu durum belli bir süre etnik, dini vb. reflekslerle kontrol altına alınabilir ancak daha sonra bu yapıların bir biriyle karşı karşıya getirilmesi durumunda ülke ciddi bir iç kargaşa ile karşı karşıya kalabilir.

Tüm vatandaşların temel yaşam gereksinimlerinin karşılandığı insanca bir yaşam sürdürme hakkı vardır. Çalışmak için çabalayan herkesin üretimde bulunma ve bu yolla yaşamını sürdürme hakkı da vardır. Bu hakkın gerçekleşmesi için de devletin gerekli altyapı ve zemini hazırlaması gerekmektedir. Devlet birilerine sosyal sermaye yaratırken o sosyal sermaye içinde vatandaşın hakkının bulunduğunu da unutmamalıdır. Bu hakkın çalışılarak elde edilmesi gerektiği vatandaşa anlatılmalı ve emeğin değeri de verilmelidir. Aş dağıtarak, kömür dağıtarak harcanan paralar insanların çalışmaları için iş imkânlarına yönlendirilmelidir.

Bırakalım dünyadaki genel krizleri, ülke içindeki krizlerin de teğet geçme imkânı bulunmuyor.

Son dönemde alınan siyasal, sosyal ve ekonomik kararların tamamından etkilenen vatandaşlar teğetsel bir geçişin değil merkezi bir vuruşun acısını hissediyor.

Bize gidişattan memnun olan tek bir grup söyleyin de yanıldığımızı anlayalım. Asalaklar hariç.