İnsan Hakları Derneği olarak aylardır sürdürdüğümüz eylem ve etkinlikler ile 1990´lı yılların kâbuslarından biri olan “insanların kaybedilmelerinin” hikâyelerini ve faillerinin bulunup yargılanmaları konularında kamuoyunu ve yetkilileri duyarlılığa davet etmekteyiz.

İlimizde bilgileri bizlere ulaşan insanların nasıl, ne şekilde kaçırılıp kaybedildiklerinin hikâyelerini hep beraber dinlemekte ve acılarını paylaşmaktayız.

Şüphesizdir ki en büyük acıyı kaybedilen insanların aileleri ve yakınları yaşamaktadır. Bizim yaptığımız bu acılarını paylaşmak, sahipsiz olmadıklarını hatırlatmaktır.

İnsan Hakları savunucularının tankı, topu, silahı yok. Tek savunma mekanizmaları insanların vicdanlarıdır. Bizler biliyoruz ve inanıyoruz ki hakka, adalete, eşitliğe, özgürlüğe dayanmayan hiçbir sistem ve oluşum insanların vicdanlarında yer bulmaz. Bu nedenle biz hep vicdan sahibi insanlara sesleniyor; onlardan bildiklerini, gördüklerini, yaşadıklarını kamuoyuyla bizlerle, paylaşmalarını bekliyoruz.

İnsan temel hak ve özgürlüklerine karşı yürütülen uygulamalar, insanların sessiz kalmaları durumunda yedikçe, yuttukça büyüyen bir canavara dönüşmektedir. Bu uygulamalar karşısında yapılması gereken şey ateş bacayı sarmadan gerekli kararlılığı göstermek ve yanlışın karşısında durmaktır.

Dün yaşananları tekrar yaşamamak için dayanışma ve sahiplenme anlayışını sergilemek gerekmektedir. Gelişen olaylara seyirci kalarak,”bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığına sığınarak çocuklarımıza özgür ve adil bir ortam ya da ülke bırakamayacağımızın bilinmesi gerekmektedir.

Geçen hafta içerisinde açıklanan 2009 yılı insan Hakları İhlalleri listesi de bizlere göstermektedir ki özgürlük ve açılımdan bahsedilen bu dönemde en çok özgürlük ve hak ihlalinin yaşandığı bir dönemden geçmişiz.

Basın Özgürlüğü alanında içerde bulunan 35 gazeteci serbest bırakılmayı beklemektedir. Ülkemiz son olarak bu konuyla ilgili 40 bin avro tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Cezaevlerinden gelen mektuplardan ve gelen haberlerden anlıyoruz ki kapalı kapılar ardında zaten güç olan yaşam şartları daha da zorlaştırılmaktadır. Ülkemiz çocuk tutuklama alanında çok kötü bir karneye sahip bulunmaktadır. Okullarında olması gereken binlerce çocuk cezaevlerinde yatmaktadır. Yine cezaevlerinde düşünce özgürlüğü kapsamında yatan binlerce insanlarımız bulunmaktadır.

Bu ülkenin dağları, ovaları, ormanları halen askeri yasak bölgeler kapsamında bulunmaktadır.

Korucu silahlarından çıkan mermiler ne yazık ki artık adres tanımıyor. Sason´da uğradığı saldırı sonucunda hayatını kaybeden uzman çavuş´un başına gelenler de göstermektedir ki bu coğrafyada kim olursanız olun ansızın kör bir kurşunla öldürülebilirsiniz.

Ülkemizde demokrasi ve özgürlükler alanında çağdaşlaşmak istiyorsak öncelikle Temel insan Hak ve özgürlüğü olan insan yaşamının garanti altına alınması gerekmektedir. Bunun sağlanması için de çatışmasızlık ortamının sağlanması gerekir.

Bizler insanca bir yaşam, kardeşçe bir yaşam, özgür düşüncenin var olduğu, herkesin birbirine saygı ve sevgi beslediği bir yaşam istiyoruz.

Kelepçelemelerin asit kuyularına tercih edildiği, Tutuklamaların öldürülmeye tercih edildiği bir zihniyet bizi hedeflediğimiz noktaya götüren bir zihniyet değildir. Bu mantık ölümü gösterip sıtmaya razı olun mantığıdır. Bu mantık baskıcı bir mantıktır. Bu mantık kötülerden kötü beğenin mantığıdır.

Derneğimizin Genel Başkan yardımcısı ve Diyarbakır şube başkanımız Sayın Muharrem Erbey´i cezaevine gönderenler, “Vedat Aydın öldürülmüştü biz ise sadece tutukladık buna şükredin” demeye getiriyorlar.

Kimse kusura bakmasın biz insan hakları savunucuları olarak yanlışlara şükretmeyeceğiz. Ölüm yerine sıtmaya razı olmayacağız. Bizler insan Haklarına saygı duyulan, herkese kardeşçe ve barış içinde yaşama özgürlüğü sağlanıncaya kadar bildiğimiz yoldan yürümeye devam etmeyi ısrarla sürdüreceğiz.