Aslında bugün değineceğim konu din âlimlerinin konusu; ama onlar değinmeyince iş bizim gibi garibanlara kalmış oldu. Aslında bir taraftan din âlimlerine (!) de hak vermek gerek; çünkü üç yüz kişilik ceza evlerine bin kişi tıktırılınca o ceza evlerine girmeyi kimse göze almıyor. Neyse, din âlimlerimizin (!) anlatma cesaretini göstermediği konumuza girelim.
            Önce şehitlik kavramını bir tanımlamaya çalışalım. Şehit kelimesi her ne kadar söylem açısından dile kolay ise de içerik anlamında öyle kolay olmadığı gibi çok derin ve kutsi bir anlamı taşımaktadır. Şehit kelimesinin anlamı Arapça’da; Allah yolunda, dini ve inancı uğruna ölen kimseye denir. Bir insanın şehit olabilmesi için öncelikli şart Allah’a iman etmiş olması ve İslam yolu üzerinde yürüyor olması gerekmektedir. Yoksa sırf vatan uğruna ölmesi; kişiye şehitlik mertebesi kazandırmaz. Bu vatan Müslüman bir vatan olsa dahi, hatta ordu İslam ordusu bile olsa, kişi Allah yolundan ziyade vatanını, toprağını korumak maksadıyla ölmüşse yine şehit olamaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) döneminde Uhud Savaşında, Müslümanların safında müşriklere karşı mertçe savaşan ve müşriklerin saflarını yarıp öne çıkan, hatta müşriklere ilk oku atan Kuzman adında biri vardı. Kuzman adındaki bu cengâverden sahabeler sitayişle bahsedince Peygamberimiz (s.a.v) “ Kuzman cehennemliktir” buyurdular. Uhud savaşının en dehşetli anlarında büyük kahramanlıklar gösteren Kuzman, sahabeler bozulup dağılınca bile kılıcını kınından sıyırarak “ölmek kaçmaktan daha hayırlıdır” diyerek savaşmaya devam etti. Pek çok kılıç darbesi alıp ağır yaralanan Kuzman’a yanaşan bazı sahabeler “ tebrik ederiz seni Ey Kuzman! Sana cenneti müjdeleriz” dediler. Kuzman ise onlara cevaben “ben şehit olmak için değil, kavmim için, Kureyşliler Medine’deki hurmalıklarıma zarar vermesinler diye ve şan şeref için savaştım. Amacım dininizi korumak için değildi “ dedi. Sonra yaralarının acısına dayanamayarak kılıcının sivri tarafını böğrüne saplayarak üzerine düştü ve öldü. Sahabeler bu durumu Peygamberimize haber verdiler. Peygamberimiz (s.a.v) “ Allah u Ekber! Benim Allah’ın Resul’ü olduğuma şahitlik ederim. Allah onun durumunu önceden bana bildirmişti. Şüphesiz Allah isterse bu dini facir ve fasıklarla da güçlendirir” buyurdular. Örnekteki gibi şehitlik durumu apaçık ortada iken günümüz Türkiye’sinde şehitlik sözleri yeri göğü inletiyor. Allah’a inanmayana da şehit deniliyor, İslami bir yol izlemeyene de şehit deniliyor, sırf vatanı için ölene de şehit deniliyor, istemeye istemeye zorla askere gönderilip orada ölene de şehit deniliyor. Hiç kimse kusura bakmasın, şehitlik öyle kolay elde edilmez, sırf vatanı için öldürüldüğünde de şehit olunmaz. Bir kere 1928’den bu yana bu devlet laik bir devlet; yani dinsiz bir devlet. Dinsiz bir devlet uğruna, Allah’ı kabul etmeyip Allah’ın ayetleri doğrultusunda hareket etmeyen ve hatta yeri geldiğinde Allah’ın ayetlerini inkâr eden bir ocakta ölmenin neresinde şehitlik var? Ve bu durum karşısında din âlimlerimizin (!) susmasını açıkçası garipsiyorum. Ayrıca alışık olduğumuz “şehitler ölmez vatan bölünmez” , “önce vatan” gibi söylemler de zaten İslami bir söylem değil; çünkü burada apaçık din uğruna değil de vatan uğruna ölündüğünün göstergesi.
            Şehitlik üzerine yazdıklarım iki taraf için de geçerli; yani hem ordu hem de PKK için, dolayısıyla Allah yolunda ölmedikçe şehit de olunmaz. Gerçek şehit görmek istiyorsak; bir Hz. Hamza’ya bakmak, bir Kerbela şehitlerine bakmak birçok şeyi bize anlatır. Cumhuriyet dönemindeki şehitlere örnek gösterecek olursak, dinsiz bir devlet yoluna gidilmesine karşı gelen; canını ve ailesini gözünü kırpmadan Allah yolunda feda edip kıyama kalkışıp; kıyam sonrası idam edilen Şeyh Said’e, şapka kanunu karşısında direnip idama giden İskilipli Atıf Hoca gibilerine bakmak kâfidir.
            Ölenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabır dilerim...