Barış ve Demokrasi cephesinde siyaset arenasına çıkan ancak koşulları gerekçe gösterilip cezaevlerinden bırakılmayan Kürt Milletvekilleri sonunda görülen lüzum üzerine hükümetin uygun görmesi ve Anayasa mahkemesinin karar vermesi ile cezaevlerinden bırakıldılar.
 
Bu durumdan faydalanamayan yüzlerce seçilmişe örnek olacak bu uygulamanın memleket için hayırlı olduğunu belirtmek gerekiyor. Olması gerek bu durumun bu merhaleye gelmeden normal düzene getirilmesiydi ancak geç de olsa bu durumun düzeltilmesi yararlı olmuştur.
 
Lakin;
 
Vekillerin bırakılması her ne kadar sevinçle karşılanmış olsa da bu sorunun çözümü konusunda yeterli olmamaktadır. Çünkü asıl olan vekil değil millettir ve vekili seçenlerin anlayışları ve düşünceleri nedeniyle cezaevlerinde bulunurken atılan adımların sonuç almasını beklemek çok da mantıklı olamayacaktır.
 
Ülke sorunlarını çözmeye çalışırken ortaya birilerinin çıkıp karışıklık yaratmaya çabalaması yabancısı olduğumuz bir durum değil. Ancak yabancısı olmadığımız bu durumun veya durumların üstesinden gelmek için de planlamaları yapmak gerekmektedir.
 
Artık gizlenemeyen bir gerçek var ki gerek içerden gerekse dışarıdan kendini vatanın ve milletin temsilcisi ve fedakârı olarak gösteren birçok kesim vatan ve millet düzlüğe çıkmaya çabalayınca maskelerinden olmaktadırlar.
 
Çünkü ülke düzelince çıkarları ve güç hevesleri kursaklarında kalmaktadır. İstedikleri şekilde at koşturamayacakları gibi tehdit ve baskılarla hükümetleri yıldırarak sefa çekmeyeceklerdir.
 
Hedeflenen ülkenin istikrarıdır. Bu istikrarın bozulması için de hükümetin yara alması gerekiyor bu nedenle de hükümetin midesine midesine vuruyorlar. Her vuruştan mideden ayakkabı kutusu çıkması ayrı bir konu tabi. Zayıflamış bir hükümeti dize getirmenin daha kolay olacağını biliyorlar çünkü. Oysa bütün kesimler biliyorlar ki ülkede kaos çıkarabilmeleri için Kürtleri yanlarını çekmeleri ve ikna etmeleri gerekiyor ancak Kürtler bu kez daha sağlıklı düşünmektedirler. Çünkü artık barıştan başka denenmeyen bir yol kalmadı.
 
Türkiye’nin demokratik bir ülke olması
 
Bölgesinde güç ve karar sahibi olması
 
Dünya devlerine karşı sözünü söyleyebilmesi için gücünü kendisiyle uğraşmakla tüketmemelidir. Bunun için de ne iktidar kim ve ne oldum hastası olmalı, nede muhalefet ve baskı grupları benim dediğim olmazsa bozguncu olurum maskesine takılmalı.
 
Bütün etnisiteler kendilerini tanımlarken aynı zamanda bir bütünün parçası olduğu gerçeği ile hareket etmeli
 
Bütün inanç grupları kendilerini tanımlarken ve konumlandırırken ülke zenginliğinin parçası oldukları gerçeğini unutmamalı
 
Herkes farklılıkları ile bütüne reng vermeyi denemeli ve bütünden kaçmamalı. O zaman ülkenin her yurttaşı refah ve mutluluğa erme şansına sahip olabilir. Etrafımıza bir göz atmamız bile sağlıklı düşünmenin ne kadar önemli olduğunu göstermeye yetmiyor mu?
 
İran 1979’da İslam Devrimi adıyla bir devrim yaptı. İmam Humeyni Avrupa’dan bindiği uçakla İran’ın dini lideri olarak ülkeye döndü. Ancak bütün ihtişamına rağmen İran İslam Devriminin hedeflerine ulaşamadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ülke bir totaliter yönetime teslim edildi ve etrafına düşman ilan edildi. Ambargolar hala bitmiş değil. İktidar ayakta kalmak için her gün vinçlere astığı yurttaşlarını ibret olsun diye meydanlarda sallandırmakta insanlık acı çekmektedir.
 
Irakta ise Saddam öylesine şişirildi ki kendisi bile artık istediğini yapabileceğine inandı. Ardından da oynanan Kuveyt oyunuyla yerle bir edildi. 1990’dan beri ırakta kan akıyor ve bugün bile her gün meydana gelen patlamalarla onlarca insan ölüyor.
 
Suriye’de üç yıla yakındır bir iç savaş yaşanıyor. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. En Müslüman’ı bile başkasının kadınının kendine helal görüyor duruma geldi. Kafalar Allah ü Ekber denilerek kesiliyor.
 
Kısadan hisse artık yönetenlerin de yönetilenlerin de bu gerçeğin farkında olması gerekiyor. Toplumsal bir uzlaşma ve hoşgörüyü ihtiyaç var. Barışılacaksa adımlar hızlı atılmalı çomakçılara imkan tanınmamalıdır. Vekili bırakanlar milleti de serbest bırakmaya formül bulmalıdır.