Hayatın pek çok alanında yaşanan bazı gelişmelerden nedense dersler çıkarılmıyor. Zaman değirmeni döndükçe her şey unutulup gidiyor…

Oysa “Unutmayacağız, Unutturmayacağız” diye sözler de veriliyordu. Buna rağmen eğer ‘unutmayacağız, unutturmayacağız’ ifadelerimiz havada kalıyorsa, oturup düşünmek ve sorgulamamız gerekir…

Hayır hayır, bugün Halepçe’den, Roboski’den, Dürümlü’den söz etmeyeceğim…

Neden mi söz edeceğim?

Hepimizin geleceğini ilgilendiren geçmişte yaşanmış acı olaydan söz edeceğim…

Yıl 1999, günlerden 17 Ağustos. Gece yarısını çoktan geçmiş. Saatler 03.02’yi gösterirken birdenbire bir ‘Zelzele’(Büyük ve korkunç bir yer sarsıntısı) yaşanır…

Sadece 45 saniye süren sarsıntının faturasını sormayın…

Marmara Depreminden söz ediyorum. Bugün felaketin 18. yıldönümü…

Hani o büyük felaket ardından yaygın medya, ulusal basın ısrarla; ‘Unutmayacağız, Unutturmayacağız’ diye yayınlar yapmıştı. Unutmadık mı acaba diye sormak isterim…

Marmara depreminin ağır faturasını detaylı yazamam, çünkü sayfalar yetmez. Çünkü etki alanı oldukça genişti. Çok sayıda kentte etkili olmuştu. Bir paragrafla hatırlatalım:

“Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlık Kriz Merkezinden alınan bilgilere göre bu deprem 66.441 konutun ve 10.901 işyerinin ağır hasara, 67.242 konutun ve 9.927 işyerinin orta hasara, 80.160 konutun ve 9.712 işyerinin hafif hasara uğramasına ve 17.479 kişinin ölmesi, 43.953 kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Bu deprem insan kaybı açısından 1939 yılında oluşan Erzincan Depremi (Ms:7.8, ölü: 32.962)’n den sonra son yüzyılda meydana gelen ikinci en büyük depremdir. Elde edilen bilgilere göre İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Bursa, Eskişehir ve Yalova şehirlerinde ağır hasar ve can kayıpları meydana gelmiştir. En fazla ölü sayısı ve ağır hasar Kocaeli ve Sakarya illerinde olmuştur.”

https://onedio.com/haber/17-agustos-1999-353072

Değerli Okurlar, bugün o korkunç felaketin yıldönümü. Öncelikle depremde yaşamını yitiren insanlarımızı bir kere daha rahmetle anıyorum.

NİÇİN UNUTMAMALI VE UNUTTURMAMALIYIZ?..

Gerçekten çok büyük bir hadiseydi. Unutmamamız ve unutturmamamız gerekirdi. Ne yazık ki zaman geçtikçe o felaketi unutuyoruz. Unutmamızın bedelini ağır ödeyeceğimiz gerçeği de aşikardır…

17 Ağustos depreminden sonra günlerce bu köşeden insani yardım çağrısı yapmıştım. Yaraların sarılması için büyük bir dayanışma gösterilmişti.

2006 Sel felaketini yaşadığımızda nasıl batıdan Batman’a yardım eli uzatılmış idiyse, Marmara Depremi sonrasında bizler de yardım elimizi uzatmıştık. Aş evinden araç gereç ve ilk kurtarma yardımlarına kadar her türlü yardım için seferber olmuştuk.

Unutmamamız ve unutturmamamız için en önemli gerekçemiz depremden dersler çıkarmamız gerektiği konusudur. Çünkü ülkemiz depremlere açıktır. Her an korkunç bir depremle sarsılabiliriz. Deprem için hazırlıklı olsak, Japonya örneğinde olduğu gibi büyük acılar yaşamayız.

Bu köşede kentimiz için önlemler alınması konusunda ısrarlı yazılar yazıyor ve uyarılarda bulunuyorum. ‘İlla depremler yaşanınca, illa bilim insanları korkutucu açıklamalar yapınca mı depremleri düşünüp, endişeleneceğiz? Yıllardır bu köşede bilim insanlarını dayanak yaparak olası depremler öncesinde tedbir alınmasını savunuyorum. Ancak sesimizi kimselere duyuramıyoruz…’ diye kaç kez uyarıcı yazılar yazdığımı bile unutmuşum…

Şu ifadelerimi bugün vesilesi ile yine önemle hatırlatmak isterim: “Şili’de 8,8 şiddetinde deprem yaşanıp, dünyanın ekseni kayıyor; orantıya vuracak olursak ölü sayısı ve yıkımı biz daha fazla yaşıyoruz…

Acaba neden?

Deprem mi, ihmal mi can alan, yıkıma neden olan diye düşünmek gerekmez mi?

Bakınız, Elazığ kırsalı merkezli depremde, 50’den fazla insanımız yaşamını yitirdi, bir o kadar insanımız yaralandı. Yazımı kaleme aldığım saatlerde verilen bilgiler böyleydi. Japonya veya dünyanın büyük deprem yaşamış ülkelerinde 7 şiddetindeki depremler can almaz iken, benim köylerim yerle bir oluyor.

Kim buna ‘kader’ diyebilir?..

Hayır hayır kendimizi aldatmayalım. Deprem değildir can alan ve yıkım yaratan. Cehalettir, geri kalmışlıktır, sorumsuzluktur, sahipsizliktir söz konusu olan!..

Elazığ köylerinden yükselen hawar ve ağıtlar yürek yaktı. Hele o görüntüleri izlerken kahroldum…

Bu köşede geçmiş yıllarda açıkça yazdım; köylerimiz hala taş devrini yaşıyor diye...

Köylerimiz gerçekten de taş devrini yaşıyor. Taş, kerpiç ve toprak damlı evler dünyanın neresinde kalmış?

Elazığ depremi bu gerçeği gözler önüne serdi. Benim bölgemde insanlarım hala kerpiçten ve toprak yığma yapılardan oluşan evlerde yaşamını sürdürüyor. 21. yüzyıla yelken açan dünya gerçeğine aykırı bu durumu sorgulayan yok…

Şu gerçeği bilelim; deprem kader değil, önlem alınırsa canlar yitirilmeyecek. Ama taş devrini sorgulamadığımız müddetçe de her deprem sonrasında ağıtlar yakmaya devam edeceğiz…”

Evet, bugün de sözlerimin arkasındayım. Marmara felaketinin yıldönümü vesilesi ile bazı bilim insanlarının yaptığı uyarılar basında yer aldı. Bursa TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Yönetim Kurulu Başkanı Cemal Gökçe’nin, "Kentlerimizde bulunan boş alanları, dere yataklarını, dolgu alanlarını yapılaşmaya açmamak gerekiyor." şeklindeki sözleri düşündürücüydü. Sayın Gökçe’nin şu sözlerini de lütfen unutmayalım: “Deprem bir doğa olayıdır, bu gerçeğin kabul edilerek bilimin ve mühendisliğin gereklerinin yapılması gerekiyor. Ülke topraklarının yüzde 92'si deprem tehlikesi altında, yüzde 66'sı ise birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yer alıyor. Nüfusu 1 milyonun üzerinde 11 büyük kent ve ülke nüfusumuzun yüzde 70'i deprem tehlikesi altında bulunuyor. Büyük sanayi tesislerinin yüzde 75'i de deprem tehlikesi altındadır. Üstelik bu tesisler Doğu Marmara'da toplanmıştır.”

Ülkemizin topraklarında 1900'lü yılların başından günümüze kadar 30'a yakın büyük ölçekli deprem meydana gelmiş ve resmi kayıtlara göre 100 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, binlerce insanımız yaralanmış, binlerce yapı yerle bir olmuş veya önemli ölçüde hasar görmüştür."

Batman ile ilgili olarak söyleyeceklerim bitmedi. İnşallah yarınki yazımda da deprem konusu üzerinde duracağım.