10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri bitti. Başbakan Erdoğan yükselme trendini devam ettirerek 1 numaralı koltuğa oturmayı garantiledi.9. kez kazanmış olduğu seçim zaferinden sonra yaptığı balkon konuşmasında kucaklayıcı dili kullanmaya devam etti. Seçimlerin kaybedeninin olmadığını herkesin kazandığın hatırlattı. Oysa herkes kazanmamıştır. Kendisi kazanmış ve bu seçimin bal gibi de kaybedenleri vardır. Halkın nabzını ve davranışlarını ölçemeyenler, halkla bütünleşmeyenler, milliyetçi ve statükocu kesimler kaybetmiştir. Kendisinin bu kesimleri kucaklayacak olması kaybetmiş olmalarını ortadan kaldırmaz.
Bizi ilgilendiren ve üzerinde duracağımız mesele ise kucaklamaktan çok Türkiye’nin sorunlarını çözme noktasındaki bakış açılarıdır. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki sorunlar çözülmezse seçim kazanmak bir anlam ifade etmeyecektir.
Balkon konuşmasının en önemli özelliği Türkiyelilik kimliğinin cumhurbaşkanı tarafından da kabul edilmiş olması ve bunun önceliklendirilmiş olmasıdır. Etnik ve inançlardan önce Türkiyelilik kimliği vardır demesi bunun ifadesidir. Ancak bu sözün ilk kez söylenmediğini de belirtelim.
Hatırlanacak olursa bundan önceki dönemlerde bir üst kimlik alt kimlik tartışmaları yaşamıştır. O zamanlar bu kavramlara da itirazlar gelmiş ve böyle bir dil kullanmanın bölücülük olduğu vurgulanmıştı. 2009 tarihinde başbakan Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşmada bu konuya değinmiş biz de 24 Şubat 2009 tarihinde bu konuya değinen bir yazı yazmıştık. Yazının giriş bölümünü sizlerle tekrar paylaşmak istiyoruz;
“ÜST KİMLİK: T.C VATANDAŞLIĞI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşmada Ülkede yaşayan vatandaşların üst kimliklerinin “T.C Vatandaşlığı” olduğunu belirtmiş olması etnik milliyetçiliğe ve bölgesel milliyetçiliğe karşı olduğunu belirtmesi kavramsal olarak desteklenmesi gereken görüşlerdir.
Anadolu gibi bir insanlık mozaiğine sahip topraklarda tek ırk esasına dayalı bir yapılanmaya gönümüz koşullarında zora dayanarak sürdürme gayreti pek hayırlı sonuçlar doğurmamaktadır.
12 Eylül Anayasasının mimarları açısından bu her ne kadar dayatılmış olsa bile bugün devletin başbakanı bile artık meydanlarda açık açık bu yanlışlığı dillendirmekten çekinmemektedir.
Buna rağmen “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye bir Atasözünün olduğunu da hatıralardan çıkarmamak gerekmektedir. Sayın Erdoğan hatırlanacağı gibi daha evvelde “Kürt Sorunu benim sorunumdur” diyerek konuyu giriş yapmış ardından da savaş talepçilerinin isteklerine engel olamamıştı.
AKP’nin geçmiş hükümetlere nazaran daha iyi adımlar attığını belirtmek gerekmektedir. Ancak AKP aynı zamanda sorunu kökünden çözebilecek koşullara ve imkanlara sahip olduğu halde imkanları kullanmayarak çok büyük bir fırsatı kaçıran parti konumundadır da. DTP’nin yirmiden fazla Milletvekili ile temsil edildiği ve AKP’nin övünçle bahsettiği 75 Kürt milletvekili olmasına rağmen sorunun Meclis çatışı altında çözüme kavuşturulmayıp dağlara havale edilmesi kabul edilebilecek bir konu değildir.
Şurası çok açık bir şekilde ortadadır ki silahlar konuştuğu sürece Türkiye’de inisiyatif sahibi olabilecek hiçbir zatı muhterem kendi etkinliğini ortaya çıkarıp sorununun tanımını doğru bir şekilde izah etme imkanına sahip olamayacaktır. Silahlar konuştuğu sürece Aydınların ya da duyarlı çevrelerin konuştukları her kelime kendilerine bir düşman yaratacaktır. Düşmanın bu taraftan şu taraftan olması önemli değildir.”
Evet, aradan geçen süre içerisinde bir ateşkes ortamı sağlandı ve şu anda çatışmasızlık ortamındayız. Başbakan ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerini gerçekleştirmesi için zaman ve zemin oldukça müsait bulunmakta. Bu sorunun muhatapları olan Kürtler ise her iki alternatife de hazır bekliyorlar. Çünkü hem Türkiyelilik üzerine hazırladıkları programları ile HDP olarak Türkiye siyaset yaşamında başarı ile ilerliyorlar hem de kurdukları DBP partisi ile bölgesel politika üzerinde çalışmalar yürütüyorlar.
Elbette herkesin A ve B planları var ancak eğer ciddi olarak Türkiyeli olmak birinci öncelliğimiz ise ve bu konuda samimi isek zaman kaybetmeden bunun gereklerini göstermemiz lazım. Geç kalırsak pusuda bekleyenlerin bir çuval inciri berbat etmeleri an meselesi olacaktır.