Bir ülkenin selameti için çalıştığını ifade eden ülkenin politikacıları ve yurttaşları iktidar gücü için ülkenin geleceğini tehlikeye sokmaya başladıklarından ne yapılmalıdır?
Eğer bu mücadele sadece siyasal alanda yürütülürse elbette yapılacaklar belli. Halk gereken tavrı alır ve yapılmasını istediğini deklere eder. Ancak bu durum bizzat devlet kurumları ve gücü kullanılarak yapılıyorsa ve de bu mücadelede sistemin diğer erkleri de kullanılıyorsa o zaman ne yapılmalıdır?
Son dönemlerde siyasi görünümlü bürokratik devlet yapısından siyasal kararlar ve halk tercihi ile yönetilen devlete geçiş krizi yaşadığımızı belirtelim. Özellikle koalisyon hükümetlerinden sonra gelen tek partili hükümet yapısının Türkiye gerçekliliğinde bir istikrar yakalanmasına neden olduğunu belirmek ve hakkını vermek gerekiyor. Bu durum aynı zamanda yönetimde de bir istikrar getirdi. Ülkenin ekonomisi başta olmak üzere birçok alanında iyileşmeler görüldü.
Bu durum elbette kolay olmadı. Bürokratik vesayetin kırılması için gerekli olan gücün toplanması için birçok sosyal ve siyasal kesime tavizler verildiği de görünür oldu. Çünkü önce siyasal bir düzenleme için darbe tehlikesinden ve bürokratik hegemonyadan kurtulunması gerektiği düşünüldü. Bu alanda atlatılan badireler oldu. Türkiye’de ilk kez komuta kademesi istifa ederek emekliye ayrıldı. 250’ye yakın üst rütbeli asker açılan davalar sonucunda tutuklandı.
Üstelik uygulanan politikalar sonucunda girilen her seçimde iktidarın güçlenerek çıkması da atılan adamların ve yapılan uygulamaların halk tarafından benimsendiğini gösterdi. Siyasal istikrar adına sıkıntı çeken kesimlerin de iktidarı desteklediğini belirtmek gerekiyor.
Ekonomik istikrarsızlık
Siyasal istikrarsızlık
Bürokratik vesayet
Kürt sorunu gibi
Yapısal sorunları olan ülkede demokratik kriterleri oturtmanın kolay olmadığını vicdan sahibi herkes bilir. Hükümetin bir sorunu çözmek isterken diğer unsurları yatıştırmak için karşı cephelere yönelme politikası yürüttüğünü de unutmamak gerekiyor.
Geçen seçimin temel vaadi olan yeni Anayasa konusunda istediği desteği bulamayan hükümet kendisine yönelen taviz beklentileri karşısında da direnmek durumunda kaldı. Askeri vesayetin bitirilmesi aşamaları yürütülürken öyle anlaşılıyor ki cemaat vesayeti kendini epeyce kabul ettirtmiş. Kadrolarını devletin kilit noktalarına yerleştirmiş ve istediği an istediği gibi hükümeti baskı altına alacağına emin hale gelmiş.
Ülkede yaşayan her yurttaşın elbette ülkeden ve ülke kaynaklarından beklentileri olacak. Herkesin iktidarı hedefleme gibi bir hakkı var. Bunun için meşru yolların denenmesi tercih edilmelidir. Baskı gruplarının kendilerini iktidar olarak görme veya iktidarı tamamıyla tahakkümleri altına alarak tehdit ve tavizlerle sistemi ele geçirmeye çalışmaları elbette kabul edilecek bir durum değildir. Varsa güçleri veya böyle bir hedefleri demokratik mücadeleye katılarak halkın desteğini almaları ve iktidara gelmeleri daha doğru bir yöntemdir. Ancak sahip oldukları gücü siyasal tehdit olarak kullanıp taviz istemek doğru bir yaklaşım olamaz.
Öyle anlaşılıyor ki cemaat ve hüküm arasındaki mesele çıkarlara dayalı taviz beklentisinin tehdit haline gelmesidir. Bu tahdidin görülmesi üzerine de ortaya hükümeti zor durumda bırakacak operasyonel faaliyetlerin bomba gibi patlatılmasıdır.
Ülkede birçok kesimin Kürt sorunundan beslendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu sorun körüklenerek, kullanılarak halkın büyük bir bölümü suskunluğa mahkum edilirken bir takım kesimler de olanakları kullanmanın keyfini yaşıyordu. Gelen eleştirilere de “biz ülke bütünlüğü için mücadele ediyoruz” mantalitesinin altına gizlenerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyordular. Bunu yapan silahlısı da silahsızı da aynı şekilde davranıyordu. Bu mantıksal yaklaşım bir dönemler başbakanlık yapan Tansu Çillerin ağzından “ bu ülke için kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır” şeklinde sloganlaştırılıyordu.
Hükümet içinde de görülüyor ki bazı bakanlar gidişatın rahatlığına kapılıp etraflarını serbest bırakmışlar. Bu durum an itibariyle hükümeti en zor durumda bırakan mesele haline geldi. Tavizci ve tehditkâr kesimler bunu kullanarak hükümeti sarstı. Sonuçta Bakanlar kurulunun 10 koltuğunda değişikliğe gidildi. Yani hükümet ve başbakan yeni konsept karşısına yeni şövalyeleriyle çıkıyor.
İçişleri bakanlığı ve adalet bakanlığı gibi önemli iki koltuk Efkan Ala ve Bekir Bozdağ gibi deneyimli kişilere emanet. Bu iki koltukta oturan bakanlar ülkenin temel sorunu olan Kürt meselesinde oynayacakları rol ile sürecin gidişatını yön vereceklerdir. Cezaevlerini durumu malum beklenti özellikle hasta tutsaklar konusunda büyük. Eğer bu iki bakan olumlu adımlar atarlarsa hükümetin bu zorluğu atlatması daha kolay olacaktır diye düşünenlerdeniz.
Yeni kabinenin hayırlı olmasını ve ülke geleceği için olumlu adımlar atmasını diliyoruz.