Büyük Ortadoğu Projesinin dünya yurttaşları ile paylaşıldığı günden bu yana yaşanılan olaylar ve sonuçları ABD’nin dünyada istediği değişiklikleri gerçekleştirmek için ne kadar kararlı olduğunun da somut bir göstergesi.
Olamaz, yapamazlar denilen proje adım adım yaşama geçiriliyor. Hem de değişim yapılan ülkelerin iç dinamikleri profesyonel bir şekilde kullanılarak ve özgürlük vaadleri ile özendirilerek. Kim ne derse desin eğer ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi olmasaydı ortadoğuda son iki yılda meydana gelen değişimler bu kadar hızlı gerçekleşemezdi.
ABD artık köhnemiş olan eski sistemini değiştirmeye karar verdi ve içerde baskıladığı güçlerin kendisine rakip hale gelmesini önleyerek yanına veya nötralize ederek enerjilerini feda etmeye karar verdiği yandaşlarına yönelterek işi tamamladı.
Henüz istenen sonuçlara ulaşan bir değişim yaşama geçirilmemiş olsa da Mısır, Tunus, Cezayir, Libya, Irak, Kuveyt gibi ülkelerde değişim rüzgârları esmeye devam ediyor. Şimdilerde bu coğrafyada daralan çemberde kalan üç ülke kaldı. İran, Suriye ve Türkiye.
Türkiye bir NATO ülkesi ve ABD müttefiki. Suriye ve İran ise ABD’nin ortadoğuda karşısında muhalif olarak duran iki güç. Öyle anlaşılıyor ki sıralamada öncelik Suriye olacak. Bunun için Suriye rejiminin sivilleri öldürdüğüne yönelik zemin hazırlanacak ve uygun zeminde zamanlama ayarlanarak müdahalede bulunulacak. Sonucun uzun sürecek bir çatışma olacağını kestirmek zor olmasa gerek. Bu zorluk Beşar Esad yönetiminin devrilmesinden kaynaklanmıyor. Suriyede iktidara getirilecek olan Sünni yönetimin yılların kinini Şiilere karşı kullanmasından kaynaklanacak diye tahmin ediyoruz.
Ancak işin bizi ilgilendiren iki yönünü de belirtmemiz gerekiyor.
Birincisi Türkiye’nin Suriye’ye müdahalede üstleneceği rol.
İkincisi ise Suriyede yaşayan Kürtlerin durumu.
Türkiye’nin, Suriye’ye müdahale edilmesi durumunda müdahaleci gücün içinde bulunacağı artık neredeyse netlik kazanmış görünmekte. Türkiye muhalif güçlere açık bir şekilde destek vermekte ve yönlendirmektedir eleştirisinin yersiz olmadığı görünüyor. Gerek sınırı geçenlere gösterilen ilgi ve gerekse muhalefetin yaptığı toplantılara yapılan ev sahipliği konularından da anlaşılmaktadır ki Türkiye bu konunun müdahilidir. İkincisi ise Anlaşılmaktadır ki AKP hükümeti ANAP hükümetinin Irak konusundaki müdahale etmeme yöntemini beğenmemekte ve aynı duruma düşmemek için işgalci güçlerle birlikte hareket etme eğilimi göstermektedir.
İkinci konusu ise Suriye Kürtlerinin durumudur. Türkiye müdahil olmadığı zaman Suriye Kürtlerinin Irakta olduğu gibi otonom bir statü kazanmasından çekinmektedir. Böylesi bir durumun Türkiye’yi de etkileyeceği endişesi taşımakta ve bu konuda söz ve karar sahibi olmak istemektedir. Ancak şurası kesin gibi görünmektedir ki Türkiye müdahil olsun veya olmasın, Suriye rejimi düşsün veya düşmesin Suriyede Kürtlerin durumunda büyük bir değişiklik yaşanacaktır. Esad yönetiminin; “sular durulunca geriye döner Kürtleri hal ederim” mantığı ile hareket ettiğini hesaba katmamak aşırı bir saflık olur. Mevcut durumda kendisine ayrı bir cephe daha açmamak için Kürtler konusunda sessiz davrandığını da söylemek pek ala mümkün. Kürtlerin mevcut durumu lehlerine çevirmek için hızlı bir çalışma içinde bulundukları da gizli saklı olan bir durum değil.
Bu durumda Türkiye’nin izleyeceği yolun ve uygulayacağı politikaların iyi hesap edilmesi gerektiği açıktır. Her şeyden önce Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Kürtlere biçilen rolün ve statünün ne olduğu önemli bir sorudur. İkincisi ise Türkiye’nin uzun vadede Kürtler konusunda izleyeceği politikanın ne olduğu sorusu?
Bu nedenle Türkiye’nin, Suriye politikası Kürtlere endeksli bir politikaya dönüşmemelidir. Böyle bir politikanın yanlış sonuçlar doğuracağını şimdiden hatırlatalım. Suriye ve İran yönetimleri değişse bile uzun vadede Türkiye’nin uygulamaya koyacağı Suriye ve İran politikalarının geleceğin şekillenmesine neden olacağını unutmamak lazım.
Sonuç olarak Suriye konusunun hassas bir konu olduğunu belirtelim. Müdahale risklidir ve bu riski göz ardı etmemek gerekir.