Geçen gün Emre Uslu “Ölümden önce son çağrı” başlıklı bir yazı yazdı. Öncelikle belirtmeliyiz ki Emre Uslu devletin istihbarat kaynaklarından yararlanmayı beceren insanlardan birisi. Yani kulağı deliklerden biri. İkinci özelliği ise sahip olduğu kaynakların görüşleri ile birlikte bildiği doğrultudaki fikirleri ortaya söylemesi.
Polis kökenli olmasından kaynaklı mı yoksa görüşlerinin o şekilde anlaşılmasından dolayı mı bilinmez ama kendisine “Polis kafalı” denilmesinden de örtülü olsa da rahatsızlık gösterdiği görülüyor.
Bizim meselemiz ise Sayın Emre Uslu’nun adı geçen yazısında ortaya yaymaya çalıştığı görüşü. Uslu yazısında sınırdaki çatışmalar konusunu işliyor. Bu konuyu işlerken de öyle bir bakış açısı ile konuya yaklaşıyor ki bilmeyen kendisini farklı yorumlayacak. Devlet adına konuşuyor ama bu konuşma ve fikir bildirmeyi kendisine aitmiş gibi sunuyor. Bu kanıya nereden vardığımıza gelince. Sayın Uslu; yazısından da anlaşıldığı gibi ölümden önce son çağrı derken PKK’nın dağ kadrolarına yönelik bir uyarıda bulunuyor. Çoğunlukla Burjuva yazarları eleştiriyor ve bu çatışmaların Kürt çocuklarının ölmesinden başka bir yarar sağlayamayacağını, burjuva yazarlarının bu çocukları pohpohladığını ve bu yaklaşımlarından vazgeçmelerini belirtiyor. Çünkü devletin PKK’yı silahla bitiremeyeceğini söyleyenlerin Kürt çocuklarına kötülük ve ölüm yağdırdığını belirtiyor. Bu görüşü kendisini bağlar.
Zaten bizim ilgi alanımıza giren bölüm bu değil. Uslu yazısında devamla bazı konuların altına işliyor. Örneğin diyor ki;
-         Devletin elinde üç tane daha İHA (insansız Hava Aracı) olsa PKK’nin dağdaki kadroları iki ayda bitirilir. (Elbette öldürülerek.) Şu anda bu araçlar eksik zaten bu halde bile dağdakilere biçtiği ömür en fazla altı ay. Yani Bahara kadar bir ömür biçiyor.
-         Yönetimin iktidar eksenli düşünen bir yönetim olmadığını ve devletin eski devlet olmadığını özellikle hatırlatıyor. Yani yeni yönetim anlayışı ve stratejisi çok farklı. Yönetimde veya iktidarda kalacağım diye düşünülmüyor dolayısıyla yeni hedef yok etmek. Ancak şu anda düşünülen konu aslında PKK’lıların yok edilmesi değil. Onları yok edecekler ama bu yok etme sırasında veya sonrasında toplumda çıkabilecek toplumsal travmanın nasıl aşılacağı düşünülmektedir. Sayın Uslu aslında şunu söylemeye çalışıyor. PKK’lıların tamamı yok edilecek ama bunların tamamı yok edilince bunların aileleri, yandaşlar nasıl kontrol altında tutulacak o merak ediliyormuş.
-         Bunların olacağını da şuna dayandırıyor. Diyor ki İHA’lar belirlediği yerleri lazerle noktalıyor. Arkasından kalkan savaş uçakları da o noktaları yok edici bombalarla yok ediyor. Böylece orada canlı kalma ihtimali kalmıyor. Hedeflerin vücut bütünlüğü bile kalmıyor. Yanıp köle dönüşüyorlar. Şu anda ulaşılmıyor denilen 11 kişi de bu durumda.
Daha fazla uzatmadan sonuca gelelim. Sayın Uslu bu yazısında her tarafa mesajlar dağıtıyor. Tehditler yağdırıyor ve burjuva yazarları Kürt çocuklarını pohpohlamakla suçlarken kendisi de onları kışkırttığını unutuyor. Yazının ana eksenini yine yok etme, öldürme üzerine yerleştiriyor. Bu yok etme fikrini ise devletin elinde bulunan teknolojik üstünlüğe dayandırıyor. Bu teknolojinin ana merkezi olan ABD’nin Afganistan ve benzeri ülkelerde neden hala çuvalladığını izah etmiyor.
Şunu Sayın Uslu gibi düşünenlere de, savaş çığırtkanlığı yapanlara da savaşta ısrar edenlere de hatırlatmak gerekir ki Kürt meselesini silahla, teknolojik üstünlükle çözümleme mantığı yanlıştır. İnsanları öldürerek, öldürüp bitirerek sorunların biteceğini iddia etmek çok dar kalan bir düşüncenin ürünü. Hele hele birlikte yaşamak durumunda ve zorunda olan insanların bu yöntemlerle sonuca gitmeyi düşünmeleri abesle iştigalden başka bir durum değildir.
Yeri gelmişken biz de bir çağrıda bulunalım. Kürt sorununun çözümünde de PKK’nin silahlı mücadelesinin bitirilmesinde de ölüm ve öldürme merkezli düşünce tarzından vazgeçilmeli ve yaşatarak çözüm bulma modeli düşünülmelidir. Ölü sayısını birkaç bin artırarak çözüme gidebileceklerini düşünenler, Bu ülkede iktidar endeksli çalışılmıyor diyenler acı manzaraları seyretmeye devam edebilirler.
Ancak şurası kesindir ki birliktelik ve bütünlük isteyenler ölüm ve yok etme üzerine değil yaşatma ve sevdirme üzerine politikalar geliştirmelidirler.