Ülkedeki gidişat konusunda endişesi olanlar bir an önce normal bir duruma nasıl dönüleceği konusunda kafa yormaktadırlar. Vatandaşın sohbet konusu mevcut durumun ne zaman ve ne şekilde normale döneceğine yönelik.

15 Temmuz darbe girişimini ve ardından gelen darbecilerle mücadele çalışmalarını izleyenler ister istemez kendilerini derin bir endişenin içinde bulduklarını ifade ediyorlar. Kiminle konuşsanız kaygılı, kiminle konuşsanız endişeli…

Her ne kadar hükümet ve başbakan ilan edilen OHAL’i kendilerine yönelik yaptıklarını yani devlet içindeki yapılanmaya yönelik gerçekleştirdiklerini aktarsa ve ifade etse de işin uçunda onbinlerce vatandaşın işlerinden uzaklaştırılması ve onbinlerce kişinin tutuklanması girince endişeler de doğal olarak artıyor.

Mesele darbe içinde yer alanlar ile bu kesimlerle diyalogu olanlar arasındaki çizginin nasıl belirleneceği konusuna geldiğinde endişelerin boyutunun da arttığı gözlemleniyor. Daha evvel selam verip bu gün ihalenin üzerlerinde kalacağından endişelenen kesimlerin az olmadığını da belirtmek gerekiyor. Çocuğunu bu kesimin okullarında okutanlar, dershanelerine kaydettirenler, bu kesimin sendika veya STK’larına üye olanlar bugünlerde derin derin endişelenmektedirler.

Hükümetin bu ince ayırım konusunda nasıl bir yol izleyeceğini ise hep birlikte göreceğiz.

Bir kere darbe girişimi işi içinde bulunanların cezalandırılmaları konusunda kimsenin ayrısı gayrısı veya farklı düşüncesinin de bulunmadığını belirtmek gerekiyor. Bu konuda konuştuğumuz kim varsa “yanlışı yapan hesap versin yalnız masum olan insanların da mağduriyetine dikkat edilmesinde fayda var” görüşlerini de aktarmış olalım.

Bu gelişmelerden sonra üzerinde hassasiyetle durulması gereken konuların da olduğunu hatırdan çıkarmayalım.

Birincisi Türkiye’de Hakkâri’den Edirne’ye kadar bütün vatandaşlar darbeye karşı olduklarını net olarak ortaya koymuşlardır.

İkincisi darbeye karşı olan kesimlerin bir kısmı iktidardan yana ve darbeye karşı diğer kesim ise iktidardan yana değil lakin hem darbeye karşı hem de darbeyi demokrasi karşıtı olarak kabul ettiği için karşı çıkmaktadır. Ancak hangi kesimden olurlarsa olsunlar darbeye karşı olanlar da demokrasiyi savunarak darbeye karşı çıkanlarda bu karşıtlıklarını “demokrasiye” borçlu olduklarını unutmamalıdırlar. Çünkü demokrasi anlayışı olmasaydı, halkın iradesinin belirleyici olması gerektiği kanaati ve inancı olmasaydı bütün yurttaşlar olarak bir araya gelerek tanklara karşı durmak mümkün olmazdı.

İşte tam da bu noktada demokrasiye, demokrasinin ilkelerine ve değerlerine, demokrasinin kurumlarına ve demokrasinin birleştirici ruhuna sahip çıkmamız gerekiyor. Pireye kızıp yorganı yakmaya kalkışmamalıyız. Alınan kararların demokrasiye zarar veren kararlar olmamasına aksine demokrasinin ilkelerini ve kurumlarını güçlendirici adımlar ve kararlar olmasına dikkat etmeliyiz.

40 koca yıl boyunca ülkenin bütününde fakir kesimlerin en zeki çocuklarını alıp eğitip devletin kadrolarına yerleştiren bir zihniyetin kalıntılarını devlet içinden bir çırpıda ayıklamanın mümkün olmadığını kabul etmek gerekiyor. Bu ayıklama sırasında niyet ile ortaya çıkan sonuçlar arasında büyük farklılıklar yaşayan  insanların çıkmaması da mümkün değil. O halde yapılması gereken yöntem bu ayıklamalar büyük bir hassasiyetle devam ederken demokrasiye inanan insanların kamudaki sayılarını hızlan artırmaktan geçer. Eğer bu oran düzgün bir şekilde sağlanırsa yani demokrat kesimlerin artırılması sağlanırsa doğal olarak devletteki kadrolar de anayasada yerini bulan konuma daha hızlı bir şekilde gelmiş olur ve diğer kesimlerin etkinliği azaltılır.

Netice itibariyle birlikteliğe, demokratik bir ilkesel bakışa daha fazla ihtiyacımızın olduğu bir dönemden geçiyoruz. Karşı karşıya kaldığımız zehirin panzehirinin demokrasi, özgürlük, insan hakları, şeffaflık, eşitlik ve hukukun üstünlüğü olduğuna inanıyoruz.

Bu nedenle hiç kimseyi ve hiçbir kesimi dışlamadan Türkiye bütünlüğü bakış açısı ile meselelerin tahlil edilmesinde fayda bulunmaktadır. Hiddet ve şiddetle meselelerin üzerine yürümek hata oranlarını artırır.

Ülke meselelerinin şiddet yöntemleri ile çözüme kavuşmayacağını en son 15 Temmuzda yönetime zorla el koymaya çalışanların uğradıkları hezimetten de görmek gerekiyor. Biz ülke olarak ne kadar Özgürlükleri artırırsak, insanların düşünce ve ifade özgürlüğünü serbest bırakırsak, ayrımcılığı önlemeye çalışırsak, adalet ve hukuka olan güveni artırırsak o kadar başarılı oluruz. Bunu dışındaki yöntemler bizi başka tehlikelerle karşı karşıya bırakır.

Bu nedenle hükümetin öncelikli konularından birisi de güven zedelemesine uğrayan devlet kurumlarına olan güvenin tekrar sağlanması için gerekli adımların atılmasını sağlamak olmalıdır.

Bizler hukukun üstünlüğüne, kurumların adaletine ve eşitliğine hak ve hukukun tecelli edileceğine olan inancı artırdıkça demokrasimiz de güçlenecek, birliğimiz de pekişecek. Bu nedenle birilerinin yanlışı karşısında kızıp kurumlarımızı daha da zayıflatacak adımlardan uzak durmalı, demokrasimizi güçlendirecek yapıları koruyup güçlendirmeliyiz