Bu aralar endişenin kod adı ölüm olmuş!

Herkes endişeli ve herkes aniden gelebilecek, hesapta olmayan, her an her yerde karşılarına çıkan bir ölümden korkuyor.

Bu ölüm endişesinin bir coğrafya ile bağlılığı da yok.

Siz gitmiyorsunuz ama o gelip sizi buluyor ve aniden yok ediyor.

Meydana gelen ölümler eğer doğal olsa, kişinin hatasından kaynaklansa yine kaza kader deyip kabullenmek mümkün! Lakin durum öyle değil.

Hiç tanımadığınız birileri, bilmediğiniz nedenlerden dolayı, alakadar olmadığınız bir alanla ilgili gelip sizi, eşinizi, çocuğunuz, akrabanızı buluyor ve yok ediyor!

Eylemin veya olayın adının terör yapanın da terörist olması ne yazık ki sorununuzu çözmüyor. Çünkü bu tanımlamaların hiçbiri sizin canınızın elden gitmesini önleyemiyor!

En az ölümler kadar acı olan bir olay da çözüme gücü olanların istemedikleri sonuçları kabullenmek yerine rakiplerini illegal yöntemlerle dize getirme çabalarıdır. Eskiden bu yöntemi güçsüz kalanlar yapıyordu bu aralar güçlüler de bu yönteme göz yumar veya uygular oldular.

Terörün sizi nerede ve nasıl yakalayacağını bilemiyorsunuz. Aynı ölümün sizi nerede ve nasıl yakalayacağınızı bilemediğiniz gibi.

Ülkelerin başkentlerinde patlayan bombalar, şehir merkezlerinde patlayan bombalar her gün ölüm haberlerini iletiyor dünya insanlığına. Bunun kader olmadığını yapılan ve atılan yanlış siyasal ve sosyal adımların birer sonucu olduğunu elbette herkes biliyor. Lakin bilip çözüm bulma yerine eleştirmek daha kolay geliyor dünya liderlerine.

Bu konu ile ilgili olarak kimin ağzını yoklarsanız lanetlemekten geri durmuyor. Ne yazık ki lanetlemek sonuçları değiştirmiyor. Teröre ve ölüme neden olan sorunların çözümlenmesi durumunda bu tür belalardan kurtulmak mümkün olabliyor.

Birey olarak yapılması gereken şey elbette barışı savunmaktır. Eğer savaşlar ve çatışmalar olmazsa, haksızlıkların veya sorunların çözüm yolu diyalog olarak belirlenirse, o zaman bu tür olayların olması da minimum seviyeye iner.

Aksi durumda siz sıkıştırdıkça bombalar patlamaya devam eder ve siz yakaladıkça başkaları onların yerine doldurmaya devam eder.

Dünyanın sorunlu bölgelerinde, savaş süren bölgelerinde ve ülkelerinde bu durum kanıksanır hale geldi. Patlama olduğunda insanlar öldüğünde nasıl olsa orada savaş var deniliyor ve normal karşılanıyor. Oysa bu doğru bir yaklaşım değil. Çünkü orada ölen insanlar da diğerlerinden farklı değil.

Geçen gün Brüksel’de üç bomba patlatıldı ve en az 34 masum insan yaşamını yitirdi. Ölenlerin elbette ne patlamadan haberi vardı ne de ortaya çıkan nedenlerle alakaları ama ölen onlar oldu. Bu durum bütün dünyada birinci haber, son dakika haberi olarak yayınlandı. Aynı dönemde Irakta da patlama oldu ama sıradan bir haber olarak verildi. Oysa iki eylem de aynı türdendi ve bu eylemin kurbanları da aynı masumiyeti taşıyorlardı. Buna ülkemizdeki patlamaları da eklemek mümkün.

Peki, bu ölüm korkusu ile nereye kadar yaşayacağız?

Bu ölüm korkusu ile yaşamak zorunda mıyız?

Bu sonuçları kanıksamak ve birlikte yaşamak zorunda mıyız?

Elbette değiliz. Eğer yöneticiler görevlerini hakkaniyetle yerine getirirlerse var olan sorunları daha da büyütmek yerine çözme gayreti gösterirlerse. Birbirlerini suçlamak yerine birbirlerini anlamayı denerlerse bu sonuçlara katlanmak zorunda değiliz.

Peki, bu nasıl gerçekleşecek?

Elbette barışın diliyle konuşarak.

Barışçıl adımlar atarak.

Hakkı ve hakkaniyeti koruyarak.

Empati kurarak.

Sorunlara ölüm dışında çözümler bularak.

Özgürlükleri artırarak.

Düşmanlık duygularını ortadan kaldırarak.

Genel çıkarlarla kişisel çıkarları karıştırmayarak.

Başkasının işin içine parmağını sokmasına zemin yaratmayarak.

Toplumu kutuplara bölüştürmeyerek.

Devletin herkesin devleti olduğuna insanları inandırarak.

Ayırım yapmayarak.

Herkesin hakkını ve hukukunu gözeterek.

Çözümü namluların ucunda görmeyerek.

Sorunları demokratik yol ve yöntemlerle çözüme kavuşturarak.

İnsanlara zarar vermeden sonuca gitmeye çalışarak.

Bunları yapmadığınız zaman işte şimdiki sorunlar ortaya çıkıyor. Ölüm geliyor ve insanları buluyor. Peki, ölüm nereye kadar?

Nereye kadar insanların ölmesinden medet umulacak?

Nereye kadar inattan vazgeçilerek barışçıl yöntemler kabul edilecek?

Ölüm nereye kadar?