Latin Amerika ülkelerindeki diktatörlüklerde insanların kaybedilmeleri ile ilgili kitaplar veya gazete köşeleri okuduğumuzda olabilirlikleri konusunda tereddütler yaşardık. Bir ülkenin yönetimini ele geçirenlerin amaçlarını gerçekleştirmesi için yurttaşlarını hele hele kendisine muhalif olarak gördüğü kişileri ortadan kaldırmalarının hangi mantığa hizmet ettiğini kavramakta güçlükler çekerdik.
Darbelerin kafamızda yarattığı şey hep işkence, öldürme, hapse atma, düşünceyi ifade etmeyi yasaklama olmuştur.
Ülkeyi kurtarmak, rejimi koruma adı altında yapılan askeri darbelerin neden insanların yaşamlarını düzelteceğine, geri götürdüğünün izahını bir türlü göremedik.
Ülkemizdeki durumu iyi anlamamız gerekmektedir. Türkiye cumhuriyeti devleti Osmanlı egemenliğinin sürdüğü son toprak parçası olana Anadolu’da yaşayan insanların büyük fedakârlıkları ve çabaları ile kurulan bir cumhuriyettir. Eğer cumhuriyetin kuruluşunda askeri erkin başında bulunan insanlar etki altında kalmayıp sahip oldukları zenginliği koruma çabaları olsaydı. Tek ulus yaratma yerine herkesi ortak çabası ve emeği ile kurulan cumhuriyet herkesin malı olarak kabul görüp ülke bütün yurttaşların ülkesi olarak görülseydi tek ulus, tek millet yaratma çabaları olmaz ve bugün sahip olduğumuz birçok sorun kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktı. Ancak ne yazık ki bu şansa sahip olamadık.
Savaşılarak kazınılan bir ülkede savaşçıların kararları hep aynı mantık ile devam etti. Çok partili rejime geçilip geçilemeyeceğine de karar verenler aynı merkezler oldu. Çok partili rejimi bu halka fazla görüp ortadan kaldıranlar da. Yakın tarihi incelediğimizde darbeye zemin hazırlayanların da darbe yapanların da farklı kaynaklardan beslenmediklerini görüyoruz. Sonuçta ikinci dünya savaşının bitimine kadar devletin iskeletini kurma çabaları ile ön planda olanlar daha sonra halka görüşlerini sordukları her seçimde halkla aynı düşünmediklerini görmüşlerdir. Halkı anlama yerine, halkı sindirmeyi yeğleyen bir anlayışa yönelmişlerdir. Bu nedenledir ki ülkemizde on yılda bir darbe yapma modası gelişmiştir.
1960-70-80 darbeleri on yıllık darbe örnekleridir. Süreç hep Darbe- Sıkıyönetim- Çok partili rejime geçiş ve tekrar Darbe şeklinde gelişmiştir. 1980 askeri darbesinden sonra başta cezaevleri olmak üzere hemen hemen her alanda insanların üzerine o kadar baskı uygulandı ki ülkede farklı sorunlar da belirmeye başladı. Bunlardan bir tanesi de Kürtlerin silahlı mücadelesidir. Bu çatışmalar nedeniyle ülkenin Güneydoğu ve Doğu bölgesinde yıllar süren sıkıyönetim ve olağanüstü hal durumu devam etti. Daha doğru bir tanımlama ile bu bölgelerde güvenlik eksenli politikalar uygulandı ve yönetim modelini silahlı güçler belirledi. Sonuç elbette parlak olmadı, olamadı.
Bitti bitirildi denilen PKK ne hikmet ise gittikçe büyümeye dal budak salmaya başladı. Kırsal kesimlerde meydana gelen silahlı çatışmalar kent merkezlerine de yayıldı. 1990’lara gelindiğinde bölge kan gölüne dönmüş bulunmaktaydı. Bu tarihten sonra kırsal kesimlerde Devlet-PKK çatışmaları sürerken kent merkezlerinde ise Devlet – Hizbullah- PKK çatışmalarına tanık olduk. Süreç öyle bir hal almaya başladı ki kimin kimi neden vurduğu da anlaşılmaz oldu. Tam bir korku imparatorluğu egemenliğiydi ortada duran. Bu olaylar iki kavramı beraberinde getirdi.
Faili meçhul cinayetler
Kayıplar
Bölgede yapılan araştırmalara göre yaklaşık 17 bin 500 faili meçhul cinayetin işlendiği ortak kanı olarak kabul görmüş durumda. Aynı zamanda binlerle ifade edilen kayıplar söz konusu. Kayıplar konusunda devlet uzun bir süre sağır sultan rolüne büründü. 2009 yılının Şubat ayında Silopi’de bulunan Botaş kuyularına insanların öldürülerek atıldığı itirafları gazetelere taşınınca İnsan Hakları Derneği başta olmak üzere duyarlı kesimler konuya hassasiyet gösterdi. Yapılan araştırmalarda bulgulara rastlandı ve itiraflar ve kazılar süreci birbirini izlemeye devam etti.
Cemal Temizöz davası başta olmak üzere konu ile ilgili soruşturmalar başladı. Yapılan itiraflar sonucunda yapılan kazılarda insan kemiklerine rastlandı. Son olarak Diyarbakır da Jitem merkezi olarak kullanılan bölgede yapılan Arkeolojik amaçlı kazılarda insanların kemiklerine rastlandı. Bu kemikler öldürülerek yer altına konulan insanların kemikleri. Kayıp insanların kemikleri. Tesadüfler sonucu bulunmuş olsalar da bu kemikler katillerinden hesap soruyorlar. Bizi kim öldürdü diyorlar? Gerçekler gizli kalmaz. Yerin altına gömülseler bile ilahi adalet bir gün gerçekleşir ve yeryüzüne çıkıp hesap sorarlar. Yönetimdeki insanların görevi de bunu yapanlardan hesap sormak olmalı!