24 Aralık operasyonu ile gözaltına alınanlar apar topar Diyarbakır´a götürüldükten sonra ifadeye çekildiler. Polise ifade vermeyen siyasetçiler, siyaset yaptıkları için savcılığa çıkarıldılar.

Kanun önünde suçluluğu kesinleşmeyen her vatandaş “suçsuzdur” denilse de polis gözaltına aldıklarını çoktan suçlu ilan etmişti bile.

Suç işleme veya kaçma ihtimali olan kişilere yönelik tedbir amaçlı yapılan kelepçeleme işlemi gözaltına alınıp ifade vermeyen siyasetçilere de uygulandı.

Bu işleme tabi tutulan insanlar 2,5 milyon insanın siyasi alanda destekledikleri bir partinin üyeleri, birçok kentin seçilmiş belediye başkanlarıydı.

Savcılık ifadesi dahi olmayan kentlerin iki numaralı protokol üyeleri plastik kelepçeler takılıp sıraya dizilmek suretiyle savcı karşısına çıkarılıyordu.

Nitekim bu insanlardan bir bölümü savcılık ifadesi aşamasında serbest kaldılar. Serbest kaldıktan sonra da kaçma veya yaptıklarından geri durma gibi bir hareket içinde bulunmadılar. Onları bekleyen kapı önündeki kitlenin yanına gelip kaldıkları yerden devam dediler.

Ne oldu?

Onların ellerine kelepçe takanlar utandılar mı?

Soruşturma açanlar utandılar mı?

Karadenizli vatandaş ağır hastalık geçiriyormuş. Ailesinin fertlerini yanına çağırıp ölmek üzere olduğunu söylemiş. Aile bireyleri ve akrabaları bir şeyinin olmadığını, korkmaması gerektiğin söyleyip gitmişler. İkinci kez çağırıp durumu izah etmeye çalışmış ama aldığı cevap ve tavır diğerinden farklı olmamış.

Adam mecburen mezarcıyı çağırıp vasiyette bulunmuş. Çok geçmeden de Allahın rahmetine ermiş. Akrabaları mezarlığa götürüp gömmüşler. Mezarcı da gelip adamın vasiyet ettiği şekilde başucuna taşı dikmiş.

Mezar taşında şu yazı yazılıymış;

Öleceğim dedim inanmadunuz.

Öleceğim dedim inanmadunuz.

Ne oldi?

Şimdi biz de hükümete söylüyoruz dinlemiyor. Devlete söylüyoruz dinlemiyor. Millete söylüyoruz dinlemiyorlar. Bu demokrasi böyle yürümez diyoruz anlamıyorlar. Bu işin böyle yürüyemeyeceğini demokrasinin mezar taşına mı yazdıralım?

Bir yandan demokratik açılımdan, demokratik çözümden bahsetdip, şiddetten uzak durulması gerektiğini söyleyeceksiniz öte yandan memlekete plastik kelepçeli manzaralar izlettireceksiniz.

Bir yandan halkın tepkilerini meşru demokratik yöntemlerle dile getirmesini talep edeceksiniz, öte yandan halkı sokaklara çıkmaya yönlendireceksiniz.

Bir yandan çözümün demokratik zeminde ve parlamento çatısı altında birlikte aranmasını talep edeceksiniz öte yandan- seçimlere girmiş meşru seçimler sonucunda seçilmiş olan- insanları sandıkta yenemeyince polis gücü ile toplatıp, ellerine plastik kelepçeler taktırarak içeri tıkacaksınız.

Ve bunun adına demokratik açılım, milli birlik projesi diyeceksiniz.

Bir yol olmalı.

Bir yöntem olmalı ama bu yol ve yöntem uygulanan şekliyle olmamalıdır.

Ok yaydan fırlayıp ortalık darmadağın olmadan bir çare bulunmalı. Bu nedenle de içeri atılanlar serbest bırakılmalıdır.

Allah aşkına söylermisiniz;

Ülkenin İnsan Hakları Derneğinin Genel başkan yardımcısının eline kelepçe vurdurtarak,

Nejdet Atalay´ın eline kelepçe vurdurtarak,

Selim Sadak´ın eline kelepçe vurdurtarak bu ülkede demokrasiyi nasıl ileriye taşıyacaksınız. Osman Baydemir´i bile çileden çıkartıp küfür etmeye zorlayan kelepçeli demokrasiye ne zaman son vereceksiniz.

Güzelim ülkeyi çatışmalı ortama sürüklemek kime ne kazandırtacak?

İnsanların canı, malı gidince kim mutlu olacak?

İktidar hırsı insanın gözünü bu kadar kör edebilir mi? 

Ülke kelepçeli demokrasi ile idare edilebilir mi?