Türkiye’de son dönemde olup bitenler süreci dikkatle izleyenleri endişelendirmeye devam ediyor. Çünkü meseleler aklın alamayacağı hızda ve ters gidiyor. İktidarın bize karşı darbe yapılmaya çalışılıyor feryatları seslendirilirken ülkede sistemin tartışıldığı, rejimin değiştirilmeye çalışıldığı yolundaki tartışma ve inançlar da gittikçe kuvvetlenme başlıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında devletin şekli ve cumhuriyetin nitelikleri ilk iki maddede çok açık bir şekilde izah edilmiştir.

MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Bu açık belirlemelere rağmen birçok unsurun tartışıldığı açık. Özellikle cumhuriyetin laiklik unsuru gerek iktidar gerekse dini çevrelerin eleştiri odağı haline gelmiş bulunmaktaydı. Kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan Adalet ve Kalkınma partisinde gelinen nokta itibariyle bu unsurların sınır çizgilerinin ötesine doğru gittiği eğilimi ağır basıyor. Eğitim sisteminin değiştirilmesi ile birlikte okumak isteyen vatandaşların yolu, yola konulan işaretlerle İmam Hatip eksenine kaydırılmış durumda. Buna rağmen bu tartışmaların demokratik bir zeminde yürümesi mümkün. Ancak bir unsur var ki bunu tartışmak mümkün değil. Çünkü bu unsuru yitirdiğiniz andan itibaren artık ne devletin şeklinin önemi kalıyor ne de yönetim modelinin. Bu unsur da hukuk devleti ilkesidir.

Eğer bir ülkede hukuk, adalet, eşitlik, hak arayışının meşruluğu tartışma konusu olur ve bu alanda güvensizlik baş göstermeye başlarsa o ülkede artık düzeni sağlama imkanı kalmaz. Bunun için de başta devlet denilen mekanizma ve onu yürüten iktidarların konulmuş olan ilkelere uymaları gerekiyor. Yani en başta devleti idare edenlerin hukuk kurallarına bağlı kalması gerekiyor ki adalete olan güven zedelenmesin.

Ülkemizde hukuk alanında son dönemde önemli çalkantıların yaşandığını biliyoruz. Mevcut hükümet ve partisi iktidara geldikten sonra Adalet bakanlığı aracılığı ile olsun hükümet aracılığı ile olsun bu alanda önemli değişiklikler yapmaya çalıştı. Adalet mekanizmasının ideolojik bir yapıya büründürüldüğü iddia edildi. Ve özellikle solcu olduğunu inanılan veya demokrat olduğunu inanılan birçok hakim ve savcının durumu tartışma konusu edildi. Ardından yargıda Fethullahçı örgütlenmeler olduğu belirtildi ve HSYK başta olmak üzere birçok alana müdahale edildi. Adalet bakanının HSYK’daki konumu yeniden düzenlendi ve bir dizi değişiklik yapıldı. Bütün bunlar ülkenin hukuk sisteminin düzeltilmesi ve adalete olan güvenin artırılması amacı ile yapılıyor açıklamaları ile halka sunuldu.

Ancak şurası bir gerçektir ki bir ülkede hak ve hukuk mahkemede hâkimin karşısına çıkmaktan ibaret değildir. Vatandaşların hak ve hukuklarının her alanda korunması gerekmektedir. Konuşma özgürlüğünün, seyahat özgürlüğünün, eğitim özgürlüğünün, basın açıklaması yapma özgürlüğünün, sesini yürüyüş ve mitinglerle duyurma özgürlüğünün olması ve korunması gerekiyor.

Eğer vatandaş bu haklarını kullanmaya çalışırken baskıya uğruyor, engelleniyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve sokak saldırılarına maruz kalıyorsa o ülkede hukuk ve adalet tartışılır demektir.

Bizim ülkemizde artık vatandaşın bu özgürlüklerini kullanmaya çalışırken baskıya uğraması sıradan olaylar haline geldi. Vatandaş bu durumun farkında ama yönetim işin çıtasını biraz daha yükselterek bu baskılarını artırmak niyetinde. Bunu nereden çıkarıyorsunuz diyenlere de durumu izah edelim. Bilindiği gibi ülkemizde milletvekili dokunulmazlığı denilen bir durum var. Ancak son dönemdeki uygulamalara baktığımızda bu dokunulmazlık meselesinin idare ve hükümet tarafından pek önemsenmediğini görüyoruz. Bir güvenlik görevlisi pek ala seçilmiş bir milletvekiline kafa tutuyor, laf söylüyor, su sıkıyor ve engelleyebiliyor. Hele bu milletvekili veya milletvekilleri HDP gibi bir partinin milletvekili ise o zaman durum kahramanlık edasında gerçekleşebiliyor. Oysa hukuk devletinde böyle bir durum söz konusu olamaz. Eğer bir ülkede böylesi bir durum meclise yansıyor ve meclis başkanı tarafından da eleştiri konusu ediliyorsa o ülkenin başbakanı ve Adalet bakanı ile içişleri bakanının oturdukları koltukları boşaltmaları gerekiyor. Yapmıyorlarsa o vakit koltuklarını o güvenlik görevlisine teslim etmeleri gerekmiyor mu?

Geçen hafta sonu meydana gelen Ankara’daki bombalama eylemi sonrasında Batman milletvekilleri basın açıklaması yapacakları alana kadar yürümek istediler. Ancak bu imkansız hale getirildi. Bu durumu açıklayan HDP Milletvekilinin açıklaması gazete haberlerine şu şekilde yansıdı; “Güvenlik görevlilerinin sert tutumuna tepki gösteren HDP Milletvekili Saadet Becerikli, “Önümüzü kesip ilaçlı su ve biber gazıyla müdahale etmeye çalıştılar. Oysa biz çoğu kez HDP binasından  Atatürk parkına kadar yürümüştük. Hiç bir şey de olmamıştı. Bütün ülkede olan hukuksuzluk, ne yazık ki Batman’da da en katı şekilde uygulanıyor. Sözde hukuku koruduklarını söyleyenler neden Ankara’da patlama olduğunda  ortalıkta yoktular?  100’e yakın insan yaşamını yitirdi ve onlarca yaralı var. Ağır yaralı olanlar da yaşamını yitirebilir. Devlet neredeydi? Biz direneceğiz. Kararlılığımızı sürdüreceğiz”

Peki, anayasanın ikinci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile bu durumu nasıl bir araya getireceğiz? Hukuk herkese lazım. Adalet herkesi lazım. Gücü ellerinde bulunduran hukuku dinlemezlerse kendilerine hukuk lazım olduğunda yanlarında kimseyi göremezler. O zaman da yakınmak için çok geç olacaktır. Bu nedenle daha fazla hasara neden olmadan hukuk devletinin gereklerine uymakta fayda var.