10.10.2015 Cumartesi günü saat 10.04’te Türkiyenin başkenti Ankara’da barışın kalbine bombalar konularak patlatıldı. Bu iki bomba ve patlama;

Türkiye demokrasisine,

Türkiye halklarını kardeşliğine,

Türkiye’deki özgürlüklere,

Türkiye’deki barış ve kardeşliğe vurulan darbenin adıdır.

Bombaları taşıyan ister canlı olsun ister cansız sonuç itibariyle fark eden bir durum yok. Bombalar Bombalar; Türkiyenin sivil inisiyatifine, Türkiye’de demokrasi isteyenlere, özgürlük isteyenlere, kardeşlik isteyenlere yöneldi.

Bu bombalama olayını sadece “Terörist bir saldırı” olarak nitelendirip tanımlayarak elbette kimse kendini sorumluluktan kurtaramaz.

Eğer tarihi belli,

Yeri belli,

Konuşmacıları belli,

Organizatörleri belli sivil bir mitingin katılımcılarına yönelik böylesi bir saldırı gündüzün ortasında gerçekleştirilebiliniyorsa o zaman durup düşünmek gerekmiyor mu?

Üstelik son birkaç ay içinde yaşadıklarımız bu kadar açık ve somutken, ortam bu kadar gerginken, İçerde ve dışarıda bu kadar zincirleme çatışma ve restleşme yaşanıyorken bunlar gerçekleşebiliyorsa o zaman durum daha da vahim değil mi?

Bu bombalarla  Haziranda Diyarbakır’da tanık olduk beş insanımız yaşamını yitirdi.Ardından Suruçta 33 insanımızın yaşamına mal olan bir patlama daha yaşadık. Şimdi de ülkenin kalbi olan başkent Ankara’da 100 civarında yurttaşımızın yaşamına ve iki yüzden fazla insanımızın yaralanmasına neden olan üstelik bir değil iki bombanın etkisi ile yanıyoruz. Ciğerlerimiz yanıyor, Yüreğimiz kanıyor, gözlerimiz yaşarıyor, göğsümüz sıkışıyor, beynimiz patlıyor…

Bu olayın gerçekleştiği gün içişleri bakanının yaptığı açıklamayı ve sorulara verdiği cevabı ibretle izledik. Bakan “bir güvenlik zaafiyeti yoktu” dedi. İstifa etmeyi düşünüyor musunuz sorusuna verilen cevaba ilişkin yaptığı izahat?

Peki, içişleri bakanı olduğunuz ülkenin başkentinde meydana gelen ve yüzlerce kişinin öldüğü bu olayda sizin bir eksiğiniz yoksa kimin eksiği var?

Siz istifa etmeyecekseniz kim istifa edecek?

Bu sorumluluğu Tanzanya içişleri bakanına mı yüklemek gerekiyor?

Başbakan bu olaydan sonra üç günlük yas ilan ederken bile durumun vahametinin farkında değil gibi konuşuyor.

Peki, bu olaylar önlenebilir mi?

Evet, bize göre önlenebilir. Eğer hükümet gerçekten demokrasiyi sindirebilse, Saray koltuktan çok ülkeyi ve ülkedeki yurttaşların bir arada yaşamalarına olanak tanıyan fırsatları değerlendirebilse elbette bu olaylar önlenebilir.

KCK’nin çatışmasızlık kararına karnımız bu sözlere tok diyen sayın başbakan yardımcısına da sormak gerekiyor. Ankarada yaşanan bu olaydan sonra karnınızın tok olmadığı başka bir konu kaldı mı acaba?

Gerginlik üzerinden sürdürülen politikaların ülkeyi getirdiği son durum işte karşımızdaki tablodur. Ankara’da patlatılan bombalar bu ülkenin kardeşliğine konulan bombalardır ve yapılan istismarların soncudur.

7 Haziranda ortaya çıkan tablonun gereği yapılsaydı bu gün bu durumu yaşamak durumunda olmayabilirdik. 1 Kasımda bir seçime gideceğiz değil mi? Peki bu seçimin sonucu ne olursa olsun giden bunca canı geri getirebilecek mi? 7 Hazirandan bu yana hükümetin açıkladığı rakamları doğru kabul edersek binlerce insanımız yaşamını yitirdi.

 Peki bu kadar kaybın nedeni ne?

Tek başına bir iktidar!

Bir iktidar bunca cana değer mi?

Bir koltuk için, bir hükümet için insan bu kadar insanın ölmesine neden olabilir mi? Bunu hangi vicdan kabul edebilir.

Bölgemizde patlayan bombalar Kürtlere size söz hakkı tanımayız mesajlarına yönelikti. Ankarada patlayan bombalar Türkiye emekçilerine ve demokratlarına Kürtlerle hareket ederseniz alacağınız cevap budur mesajı içeriyor.

Ancak ne önceki bombalar neden Ankara’da patlatılan bombalar sonucu değiştirmeyecek. Bu ülkede demokrasi ve insanlık kazanacak. Bu ülkede kardeşlik ve barış kazanacak ve bu ülkenin insanları inadına barış diyecek. Öldürseniz de, yok etseniz de, Patlatsanız da kaçınılmaz son gelecek ve haksız olanlar kaybedecek. İnsanlık onuru mutlaka galip gelecek.