Silvan son günlerde yaşanan sokağa çıkma yasağı ve meydana gelen çatışmalar nedeniyle gündemdeki yerine alan şehirlerimizden biri. Bu çatışmalar sırasında asker, polis, sivil, militan olmak üzere her kesimden ve her isimden insan yaşamını kaybetti.

Bu çatışmaların bir de kentte bıraktığı derin izler var. Cami ve okulların kurşunlarla kevgire döndüğü, evlerin atılan bombalarla yakıldığı, tank ve roket atışları ile yıkıldığı, duvarlarına sloganlar yazıldığı bir kentten söz ediyoruz.

İşte bu sloganlardan biri olayı özetleyen bir durumu ortaya koyuyor. “Devletin gücünü gör” sloganı ile kendini ifade etmek isteyen özel timlerin ruh halini anlamak mümkün. Çünkü çatışmanın içinde ve her an yaşamını kaybetme tehlikesi yaşıyor. Kendi çapında da kendini ifade etme yöntemi bulmuş oluyor ama elinden silah olmayanların elinde silah olanları soktuğu bu durumdan dolayı ne düşündükleri oldukça önemli.

Güçlü devlet nasıl anlaşılır?

Güçlü devletin gücün vatandaşa nasıl yansır veya yansımalı?

Duvarlara sloganlar yazılarak mı?

Yoksa tank ve topların şiddetini ortaya koyarak mı?

Veya devletin gücünü başka türlü ortaya koymanın imkanı ve yolları var mı?

Tabi bizim gibi Ortadoğu toplumlarında “güç” kavramı aynı zamanda şiddet ve baskı ile eş anlamlı olarak kullanıldığı için algı hep farklı olmuştur. Birinin gücünden bahsedilirken diğerini bastırıp bastıramayacağı, dövüp dövemeyeceği, sindirip sindiremeyeceği, kovup kovmayacağı, tutuklayıp tutuklamayacağı, talan edip edemeyeceği, malını mülkünü eşini çocuğunu alıp almayacağı ile ölçülür olmuş.

Durum böyle olunca da güç farklı olarak yaşamını sürdürmüş.

Oysa demokratik bir yapıda, eşitlikçi bir düzende, adil bir devlette güç ve özellikle devletin gücünden söz edilirken yukarıda sayılanlar akla gelmez.

Çağdaş devlet yapılanmalarında ve insana değer verilen toplumlarda güçten anlaşılan bir devletin vatandaşına daha huzurlu, daha mutlu, daha seven, daha anlayışlı, daha bilimsel, daha eğitimli, daha zengin, daha sağlıklı, daha güvenli bir ortam yaratıp yaratmadığıdır.

Devletin gücünü tankla, topla, tüfekle, öldürmekle, yaralamakla, göç ettirmekle gösterdiğiniz zaman vatandaş devlete sadakatle bağlanma yerine öfkesini gizleyen ve devleti düşman belleyen bir pozisyona sokulmuş olur. Çünkü devlete olan güvenini kaybeder, devleti kendisi için tehlike olarak görür. Bu durumda kendisi de doğal olarak devlet için bir suç potansiyeli olmuş olur. Oysa devlet aslında vatandaşı potansiyel suçlu konumuna sokmakla görevli olan bir aygıt değil aksine vatandaşa hizmet etmekle yükümlü bir aygıt ve yapıdır.

Peki, bizde vatandaş neden devlet için potansiyel tehlike devlet neden vatandaş için korkulan bir yapıdan ibarettir?

Neden vatandaş taleplerini isyan ederek ortaya koymakta ve devlet gücünü zor kullanarak göstermek istemektedir.

Vatandaş neden devletin gücünü şiddet olarak görmek zorundadır. Tank, top, polis, asker olarak algılamak zorunda?

Çünkü bizde demokratik kültür, eşitlikçi anlayış, gerçek kardeşlik ve yurttaşlık, hak ve hukuk kültürü oluşmamış her şey kutsallaştırılmış devlet mantığı ve tek tipleştirilmek istenen yurttaş tipi olarak dizayn edilmek istenmiş de ondan.

Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek din, tek dil, tek mantık, tek ulus denilerek devlet kutsallaştırılmış ve iktidarı sürdürme modeli olarak yaşatılmıştır. Çünkü gerçeğin iktidar mücadelesi olduğu halka açıklanması durumunda insanların tepkilerini ortaya koyacaklarından korkulmuş. Fikirlerden korkulmuş, düşünceden korkulmuş, tartışılmaktan korkulmuş, hak ve adaletten korkulmuş, paylaşımdan korkulmuş…

Bu korkular yüzünden bir korku imparatorluğu yaratılmış. Her değişik fikir ile karşılaşıldığında vatan, millet, Sakarya mantığı ile millet yönlendirilmiş ve gerçekler karartılmıştır. Bu yüzden da hep potansiyel tehlike olan yurttaşlar oluşturulmuştur. Dindarlar tehlike, Kürtler tehlike, Komünistler tehlike, okuyanlar tehlike, yazanlar tehlike, konuşanlar tehlike olarak görülmüş.

Kimin için?

Oluşturulan devlet zihniyeti için.

Oysa gerçek böyle değil. Bu devlet aynı zamanda potansiyel tehlike olarak gösterilenlerin de devleti. Kendini devletin sahibi olarak görenler vatandaşı rahat bırakırlarsa onlar bu devleti daha da ileri götürmek için canlarını verecekler ama bunu bile izin yok. Eğer onlar izin verirlerse diğer vatandaşlar devlet için ölebilirler, devleti savunabilirler, devleti dizayn edebilirler.

Türkiyenin sorunları da çözüm yöntemleri de bellidir.

Soru şu; eğer Dolmabahçe mutabakatı yaşama geçirilmiş olsaydı Silvanda polislerin duvarlara “Devletin gücünü gör” diye yazı yazmalarına gerek kalır mıydı?

Devletin gücünü elbette görmek isteriz ama yüksek bir yaşam standardı, gelişmiş bir ekonomi, hak ve adalete dayalı bir demokratik yapı şeklinde.  Devletin gücünü silah gücü olarak görürsek o zaman yaşama veda etmek gerekiyor değil mi?

Çünkü bu güç öldürür!