Zaman her şeyin ilacı derlerdi de, inanmazdık. Kim derdi ki, yılların istibdat ve statükocu partisi CHP, başörtüsünü ve hatta çarşafı savunacak duruma gelecekti. Neyse ki, halkın çoğunluğu CHP gibi niyet okuma konusunda maharetli olmadığından CHP’nin bu açılımını da normal karşılıyor, hatta takdir ediyor.

            Çünkü halk her konuda olduğu gibi özgürlükler konusunda da siyasilerden öndedir. Toplumun önünü açması, yeni ufuklar göstermesi gereken siyasiler ne yazık ki, birçok konuda halkı takip etmekte hatta özgürlüklerin önünü tıkamakla meşguldürler.

            CHP yıllardır uyguladığı politikalarla halk ile arasına kalın duvarlar örmüş, halka hep üstten bakmış, halkı karanlıklarda yüzen ve bu nedenle aydınlatılması gereken kesim olarak görmüştür. Bu politikaların karşılığını da her seçimde biraz daha eriyerek almıştır.

            Geldiğimiz noktada ise, şu ana kadarki söylemlerine ters bir söylemle halkın karşısına çıkmaktadır CHP. Bu söylemleri başka bir siyasiden duyduğumuzda laiklik histerisine tutulmak işten bile değilken, CHP söylediğinde rejim tehlikeye girmediği gibi ülke de İran’a veya Malezya’ya benzemiyor.

            Bizim gayemiz üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil. Zaten 21.yüzyılda insanların kıyafetleriyle uğraşmak çağdışı bir mantıktır. Hele de üniversite çağına gelmiş insanlara kıyafet dayatmasında bulunmak, orta çağ Avrupasını hatırlatan bir uygulamadır. Bunun için, bu ve buna benzer kangren olmuş sorunları samimiyetle çözmeye çalışan herkesi, kim olursa olsun takdir etmek görevimizdir.

            CHP, çarşaflıları ve başörtülüleri partisine aldı. Lakin isteyenin istediği kıyafetle istediği yere girmesine yeşil ışık yakan Baykal, sıra üniversitelere veya ortaöğretimdeki kıyafet özgürlüğüne gelince nedense bir türlü o lafları ağzından duyamıyoruz. Aydın Menderes’i hatırlayanlar bilir. Refah Partisinden milletvekili seçilince “sandığa kadar değil, mezara kadar “ demişti. Onun bu sözleri yaralı gönüllerde heyecana neden olmuştu. Fakat ne yazık ki, 28 Şubat döneminde bu sözlerine sahip çıkamadı. O an içinde bulunduğu şartları tam anlamıyla bilmiyoruz. Ama kendisine gönülden bağlı insanların gönüllerinde derin bir yara bırakarak ayrılmıştır.

            Tabii ki, Deniz Baykal’ında aynı harekette bulunacağı kehanetinde bulunmuyoruz. Grup toplantısındaki konuşmasına bakılırsa, partisindeki milletvekilleri bile Baykal’ın söyledikleri karşısında çok şaşırmışlardı. Böylesine demokrat bir başkanı herhalde ilk kez karşılarında buluyorlardı ki, acaba daha hangi kanayan yaraya merhem sürecek diye ağızları açık dinliyorlardı. Örneğin, Kürt sorunu konusunda nasıl bir açılım yapacaktı, af konusunu gündeme getirebilecek miydi, Anayasa Mahkemesinin meclis üzerindeki vesayeti konusunda nasıl bir hukuki reform yapmayı düşünüyordu, ya da başvuruları sayesinde burslarını iptal ettirdikleri üniversite öğrencilerinden özür dileyecek miydi, haydi biraz daha ileri gidelim başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakacak düzenlemeyi ne zaman meclise getireceğini de ilan edecek miydi?

            Bunları ilerleyen zamanda göreceğiz. 30 Mart sabahı da aynı özgürlük kokan sözleri duyarsak o zaman yanıldığımızı anlayacağız. İnanın yanılmayı da o kadar istiyorum ki. Ülke ve insanımızın enerjisini boşa tüketen bu tür sorunları aşmadıkça hep kısır döngü içinde dönmeye devam edeceğiz.         Oysa ki bizim artık boşa kaybedecek zamanımız olmadığı gibi, bizlere boşa zaman kaybettiren siyasilere de tahammülümüz kalmadı.