Son dönemde cezaevleri değişik konularda kamuoyunun dikkatlerini üzerlerine çekmiş durumdadır.

Bunlardan birincisi; Cezaevlerinde tutuklu ya da hükümlü bulunan insanların sağlık sorunları nedeniyle içinde bulundukları sıkıntılardan dolayı ölümcül duruma gelmelerine rağmen tedavilerinin yapılmaması ve ölümlü olayların meydana gelmesidir.

Cezaevlerinden gelen ikinci şikâyet ise tutuklu veya hükümlülerin cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanmaları, işkenceye tabi tutulmaları (Çeber olayı) ve haklarının kısıtlanmasına yöneliktir.

Üçüncü şikâyet konusu ise cezaevlerinde kapasitelerinin üzerinde tutuklu ya da hükümlü bulundurulduğu için insanların koğuşlara sığamamasıdır.

Bunları ana başlıkları ile dikkat çekenlerdir. Detaylandırılırsa cezaevlerinde son dönemdeki uygulamaların düzelme yerine gittikçe kötüleştiği yönündeki iddiaların da irdelenmesi gerekmektedir.

Adalet Bakanlığı ceza ve tevkif evleri Genel Müdürlüğü verilerine göre infaz kurumlarında toplam 27.779 kişi istihdam edilmektedir. Bu rakama merkez teşkilatındaki yöneticilerin de dâhil olduğunu söylemeliyiz.

Buna mukabil değişik gruplardaki toplam 384 adet ceza ve infaz kurumunda toplamda yaklaşık 111.000 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu tutuklu ve hükümlülerden 100 bin kişisi adli olaylardan dolayı içerde bulunurken, yaklaşık 11 bin kişi ise siyasi nedenlerden dolayı cezaevlerinde bulunmaktadır.

Medyada yayınlanan haberler baz alındığında ceza infaz kurumları tarihinin en yüksek doluluk oranında bulunmaktadır.

Değişik nedenlerle suça bulaşmış ya da suçlu duruma düşmüş insanların cezalarını çekmeleri için inşa edilmiş olan ceza ve tutukevlerinin kapasitelerinin üzerinde hükümlü ve tutuklu ile doldurulması olayı kendi içerisinde bir hukuksuzluğu barındırmaktadır. Bu durum beş, altı kişilik koğuşlarda onbeş- yirmi kişilik insanın yaşamını sürdürmek zorunda kaldığının bir göstergesidir. Cezaevlerinden gelen insanların nöbetleşe olarak yataklara uzanabildikleri ve sıra ile uyuya bildikleri haberlerinin ne kadar endişe verici olduğu da görülmektedir.

Barınma olayı bile tek başına böylesine büyük sıkıntılar ortaya çıkardığına göre uygulamaların boyutu da doğal olarak farklılık arz edecektir.

Bu yüksek doluluk oranına rağmen değişik gerekçelerle her gün yeni soruşturmaların açılması, değişik gerekçelerle insanların tutuklanıp cezaevlerine yollanması insanı endişelendiren diğer bir olgudur.

Ceza olayı bir şekilde yanlışa yönelmiş olan insanların yaşam koşullarının değiştirilerek rehabilitelerinin sağlanmasına yönelik olarak görüldüğünde temel düşüncenin insanı topluma tekrar kazandırılması olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Oysa bugün ceza ve tutukevlerinin durumu göz önüne alındığında bırakalım tutuklu ya da hükümlünün rehabilite edilmesini onun psikolojisini daha da bozduğumuzu belirtmek gerekmektedir.

Bir anda gereksinim olan sayıda cezaevi inşa edilemeyeceğine göre adalet sisteminin yeni bir infaz şekli belirleyerek bu duruma çözüm bulması aciliyet arz etmektedir.

Bir yandan ülkenin demokratikleşmesini teşvik edeceksiniz öte yandan konuşan, düşünen, yürüyen sivil muhalefeti ve baskı gruplarını tıka basa dolu olan cezaevlerine yönlendireceksiniz. Bu çifte standarda artık bir son vermek gerekmektedir diye düşünmekteyiz. Mevcut durum herkesin güven kaynağı olan adalet duygusuna ve sistemine olan zarar vermekte olduğunu hatırlatmamız gerekmektedir.

Sonuç olarak Türkiye’deki ceza infaz kurumlarının kapasitelerinin üzerinde dolu olmaları beraberinde başka sıkıntılar ortaya çıkarmakta ve içerdeki insanların insan haklarının ihlal edilmesine neden olmaktadır. Cezaevlerinde bulunan tutuklu sayısının hükümlü sayısından fazla olduğunu düşündüğümüzde henüz adalet önünde ceza almamış insanların bile bu kadar zor koşullar altında içeride tutulmalarının haksızlığını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Cezaevlerindeki bu koşullar ortaya daha vahim olaylar çıkmadan düzeltilmelidir. Bu hem bir insanlık görevi hem de önemli bir sorumluluktur. Dileriz yetkililer en kısa sürede gerekli önlemleri alırlar.