Türkiye de siyasi alandaki rekabet ne yazık ki sınır tanımadığı için kurumları da içerisine alan bir tartışma alanına sıçramış bulunmaktadır.

Bunun doğru bir yaklaşım olmadığı açık. Türkiye merkezden yönetilen bir yönetim sistemine sahiptir. Bu yönetim anlayışı nedeniyle Avrupa yerel yönetimler sözleşmesinin bazı maddelerine çekinceler koymuştur. Lakin demokratik dünyada artık merkezi yönetim yerine âdemi merkeziyetçiliğin yani yerinden yönetimin hizmetin sunumu konusunda daha etkili ve yerinde olduğu kanaati kabul görmüştür.

Bu nedenle ülkemizde de yerel yönetimlerin baskı altına alınması yerine yetkilerinin artırılması daha sağlıklı olacaktır.

Türkiyenin demokratik anlamda bazı sıkıntıları bulunmaktadır. Bu sıkıntıların aşılması ise demokratik yollarla daha fazla özgürlük ve eşitlik yaklaşımı ile mümkündür. Kürtlerin durumu, Alevilerin durumu, laiklik meselesi, azınlıkların durumu, ifade özgürlüğü ve demokratikleşmenin yanında işsizlik, gelir dağılımı, yatırımlar meselesi gibi pek çok önemli konuda sıkıntılarımız var. Bütün bunlar aslında birbirine bağlı sorunlar. Eğer ilk düğmeyi doğru iliklemeyi becerebilirsek diğerleri kendiliğinden yerine bulacak lakin geleneksel statükocu anlayışlarımız ne yazık ki buna müsaade etmiyor.

Türkiye AKP iktidarının ikinci döneminden sonra hızla yükselme grafiğine giren bir ülke oldu. Özellikle çözüm süreci olarak adlandırılan ve Kürt meselesinin çözümünü hedefleyen süreçte mükemmel sayılacak umutlar doğdu ve herkesin ileriye yönelik planlama süreci hayalleri kurduğu bir aşamaya geldik. Kürt meselesi demokratik yöntemlerle çözümlenecek, özgürlükler gelişecek, vatandaşlar kültürel ve siyasi taleplerini dillendirecek, silahlar susacak ve ülke hızla ileriye doğru gidecekti lakin gidişatın bir noktasında biri arı kovanına çomağı soktu ve her şey yerle bir oldu.

Şimdi Türkiye cumhuriyeti tarihinin en sert çatışmalarının yaşandığı dönemi yaşıyoruz. Ülke içinde PKK ile mücadelede her türlü güç kullanılmaktadır. Hava, kara, polis, jandarma gücünün tamamı devrede. Hem şehirlerde hem kırsalda aralıksız bir çatışma dönemi yaşanmakta…

Bu durumu zaten bölgede yeterince bir sıkıntı yaratmaktadır. Bunun üzerine bir de demokratik alanda meydana gelecek gelişmeler endişe ile takip edilmektedir. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarından sonra şimdi de gündemde DBP Belediyelerine kayyum atanması tartışmaları bulunmaktadır.

Bu tartışmaları televizyon ekranlarında seyredenler gerçekten hayretler içinde kalmaktadırlar. Çünkü siyasi söylemler öylesine sertleşti ki gören ve duyan Belediyelerin işi gücü bırakıp banka gibi para transferine başladığını zannedecek. Oysa işler öyle sanıldığı ve anlatıldığı gibi kolay değil.

Her şeyden önce yasal mevzuat ortada ve belediyeler bu yasalara göre hareket etmektedirler. Etmeyenler ise sürekli müfettiş denetimleri ile denetlenmekte ve gerekli takibata uğramaktadır. Gelen paralar belli, yapılan harcamalar belli, belgeler ortada ve denetimler yapılmaktadır. Belediyelerin bağlı oldukları siyasi partinin politikaları doğrultusunda çalışmalar yürütmesi ve öncelik belirlemeleri de Türkiye genelinde kabul görün ve normal karşılanan bir durumdur.

Bütün bunlara rağmen Türkiye demokrasi tarihine hiçte olumlu bir adım olarak girmeyecek kayyum atamaları gerçekleştirilirse bunu izah etmek pek mümkün görünmüyor. Kaldı ki halkın oyları ile seçilmiş olan belediye başkanları ile meclislerinin yerine memur atamak bir demokrasi ayıbı olacaktır.

Belediyelerin bağlı olduğu siyasi partiler de bunu kabul etme eğiliminde değiller. Partisinin grup konuşmasında konuşan Selahattin Demirtaş bu konu ile ilgili olarak şunları aktarmaktadır: "Ankara Büyükşehir Belediyesinin bütçesi Van'ın 15 katıdır. Sadece resmi bütçeleri, öz gelirleri falan hesaplandığında Van'ın belediyesi gecekondu gibi kalıyor. O para personel maaşını ödemeye doğru dürüst yetmiyor, bir de 'dağa gönderiyorsunuz' diye suçlayıp belediyelere el koymaya çalışıyorlar. Bunların hepsi yalan ve iftiradır. 

Ben buradan çağrı yapıyorum: O belediyeleri seçmiş olan insanlar, o belediye meclisini, belediye başkanlarını seçmiş olanlar, siz ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun belediyelerinize sahip çıkmalısınız. Mesele iradenizdir. Ne olursa olsun geri adım atmayın. Sanayi odası başkanları, esnaf odası başkanları, muhtarlar, belediye başkanı alınıp yerine memur atandığında onu tanıyacak mısınız? Onunla hiçbir şey yokmuş gibi çalışmaya devam mı edeceksiniz? Etmeyecekseniz çıkın iradenizi beyan edin. Böyle bir saygısızlığa, ahlaksızlığa boyun eğmeyeceğimizi her yerde haykırmalıyız. Eğer bir yerde hırsızlık var, 'teröre yardım var' diye kayyum atanacaksa saraya atanması lazım."

Buna karşılık Başbakan Binali Yıldırım; "Terörden sonra yapmamız gereken birkaç iş var. Bunlardan biri teröre destek veren belediyelerin hesabını görmek. Devletten para alacaksınız, bu paraları sahtekârlıkla terör örgütüne aktaracaksınız, yemezler. Devletin verdiği kaynakları millet için kullanmayan yerel yöneticilerden hesabını soracağız. Burunlarından fitil fitil getireceğiz. Düzenleme Meclis’e gelecek. Yağma yok. İnsanlar dişinden tırnağından artırarak vergi verecek. Siz dağa lojistik destek yapacak ondan sonra demokrasi diyecek,  yurtdışında şikâyetlerde bulunacaksınız” diyerek görüşlerini ifade ediyor.

Sanki bu siyasi tartışmaların nedeni belediyelermiş gibi bir ortama gelmiş bulunuyoruz. Oysa siyasi tartışma ve rekabet Belediyelere bu şekilde yansıtılmamalıdır. Bu yaklaşım bile belediyelerin yeterli hizmeti sunamaması için yetip artıyor bile.