Son dönemde yapılan açıklamalar ve iktidara yapılan müdahalelerin normal olmadığını belirtmek gerekiyor. Her ne kadar güçlüye karşı çıkacak kimse bulunmuyorsa da bu güçlünün yaptıklarının doğru olduğu anlamı taşımaz.

Kabul etsek de etmesek de, yetersiz de görsek tanımak istemesek de halen yürürlükte olan bir Türkiye cumhuriyeti anayasası var. Nasıl ki daha evvel yapılan referandumda “ yetmez ama evet” mantığı geçerli kabul edildiyse şimdi de yetmez ama var anlayışının kabul edilmesi gerekmektedir.

Bu anayasaya göre nelerin yapılacağı ve nelerin yapılmayacağı açıktır. Yapılması gereken yönetenlerin anayasayı kendilerine uydurması değil kendilerini anayasaya uydurmalarıdır. Bunun dışında yapılan her hareketin yasal olmadığını belirtmek gerekiyor.

Lakin anayasa mahkemesinin kararlarını beğenmeyen, anayasayı kendisine uygun görmeyen ve kendine uydurmaya çabalayan bir anlayışın yasaları da, tüzük ve genelgeleri de aynı anlayışla takip edeceğini tahmin etmek zor değil.

Elimde çoğunluğum var o zaman her yasayı istediğim gibi çıkarırım. Bana hangi yasa lazımsa onu çıkarırım diyen bir anlayış demokratik bir anlayış olarak görülemez. Çünkü demokrasi aynı zamanda karşı görüşün önerilerini de dikkate alan ve güçsüzün haklarını korumaya yarayan bir sistemdir.

Mevcut durumumuzun pek parlak olmadığını bu yönüyle tekrar hatırlatmak gerekiyor.

Türkiye’de mevcut halde kuvvetler ayrılığı ilkesinin rafa kalktığını söyleyenler pek de yanılmış olmuyorlar. Çünkü yürütme parlamentodaki çoğunluğu emrine almış, buradan yaptığı düzenlemelerle yargıyı dizayn etmiş bulunmaktadır. Netice itibariyle ne yargıdakiler, ne bürokrasi ne de diğer kesimlerden ses yok. Bu aralar sessizliği meziyet sayar hale gelmiş bulunmaktadırlar. Sesini çıkaran muhalif kesimler ile az sayıdaki aydın ve düşünür ise her gün en yüksek tepelerin en yüksek noktalarından fırça üstünü fırça yemektedirler. Sesini çıkaran ve hakim görüşün yolunda yürümeyenlerin kan testinden geçirildiği, her türlü olumsuzlukla itham edildiği bir dönemden geçiyoruz. Yaratılan savaş ortamı sayesinde temel değerler üzerinden politika yapılmakta karşı çıkanlar anında hain ilan edilmektedirler. Özetle her şey bahane edilerek karşı sesler bastırılmak istenmektedir.

Günün birinde memleketin birinde bir padişah varmış. Padişah tebdili kıyafet yaparak ahalinin arasına karışmış. Geçtiği bir köyde güzeller güzeli bir kadına rastlamış. Kadın o kadar güzelmiş ki padişahın aklını başından alıvermiş. Padişah yanındaki yaverini kadının kim olduğunu araştırmasını istemiş. Yaver geri döndüğünde kadının köyün çobanı olan bir adamın karısı olduğunu belirtmiş. Padişah akşama çobanı saraya çağırmalarını istemiş.

Akşamüstü çobanın kapısına askerler dikilmiş. Çobanı saraya götürmüşler. Çoban bir hatasının bulunmadığını bilmekle birlikte neden çağrıldığını da anlayamamış. Neticede çobanı huzura çıkarmışlar.

Padişah çobana bakarak; Senin hakkında çok şikâyetler alıyorum. Duyduğuma göre halkın mallarına zarar veriyorsun. İşini iyi yapmıyorsun. Koyunlarını ekili tarlalarda otlatıyorsun. Bu durumda cezan kellenin uçurulmasıdır lakin ben bunu yapmayıp sana bir şans vereceğim. Eğer bu şansını iyi kullanır ve başarılı olursan serbestsin yok beceremezsen o zaman kellen gider.

Çoban olmadık yerde ortaya çıkan bu duruma pek şaşırmış. Ancak padişaha karşı da söyleyecek bir sözü yok çünkü gücü yetmiyor. Padişah önerisini de söylemiş.

Sana bir koyun vereceğim. Yanında da yemini vereceğim. Bir ay boyunca bu koyuna bütün yemi yedireceksin. Bir ay sonunda hem yem bitmiş olacak hem de koyun aynı kiloda kalmış olacak. Aksi durumda kellen gider!

Çoban sonunun geldiğini anlamış Elinde koyunu, bir atın sırtında yemi ağlaya ağlaya düşmüş evinin yoluna.

Karısı kapıda merak içinde kocasını beklemekteymiş. Elinde koyun ardında ata yüklü yemi ve ağlayan gözleri ile kocasını görünce çok korkmuş ve merak etmiş. Padişah ona eğer bu koyun ve yemi hediye ettiyse neden ağlıyor diye.

Ne olduğunu sormuş kocasına.

Kocası hikâyeyi karısına anlatmış. Karısı akıllı kadınmış ve meseleyi anlamış. Padişahın derdinin kendisi olduğunu çakmış. Kocasına Allah büyüktür merak etme bulunur bir çaresi diye teselli vermiş.

Ertesi gün kocasından bir kurt yakalamasını ve getirmesini istemiş. Adam nedenini anlamamış lakin gidip bir kurt yakalamış ve getirmiş. Kadın evin önünde bulunan iki ağaçtan birine kurdu diğerine koyunu bağlamış. Her gün muntazam şekilde koyunun yemini vermiş karşısındaki kurdu da beslemiş. Koyun yemini yedikten sonra her kafasını kaldırdığında kurdu görüp ödü patlıyormuş. Bırakın kilo almayı eldeki kiloyu bile veriyormuş. Zaman dolduğunda padişahın adamları gelip koyunu ve çobanı alıp saraya götürmüşler. Koyunu tartmışlar ne görsünler. Koyun bütün yemi yediği halde aynı kilodaymış. Padişah çobanın bunu yapamayacağını biliyormuş. Bunu nasıl yaptığını sormuş çoban da karısının verdiği aklı aktarmış. Padişah kadının kocasını sevdiğini ve padişahı istemediğini anlamış ve çobanı öldürmekten vazgeçmiş.

Kısadan hisse insanın bir şeyi istemesi yetmiyor. Karşı tarafında bu isteğe katılması lazım. Güçlü olanlar her hoşlarına gideni alma hakkına sahip değiller. Bunu anlamaları için koyunun yanına kurdu bağlamak gerekmez.