Demokrasiyi diğer sistemlerden üstün kılan özelliği insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, sosyal dayanışmaya, ifade özgürlüğüne, seçme ve seçilme özelliklerine, kuvvetler ayrılığı fikrine açık olması veya sahip olmasıdır.
Bu saydıklarımız ve benzerlerinin tamamının bulunduğu sistemleri demokratik sistemler olarak algılamak lazım. Bu özelliklerin bir kısmını sistem içerisinden ayıklayarak ortadan kaldırmak demokratik yönetimin ve demokrasinin içerisini boşaltmak anlamına gelir. Bu sistemin olmazsa olmazlardan olan eşitlik meselesi ise tartışılmayacak kadar açıktır. Kim olursanız olun ve ne görev yaparsanız yapın hukuk karşısında eşitsiniz.
Gelin görün ki bu yolda yürümek göründüğü kadar kolay olmaya biliyor. Demokratik ülkelerde ilkelerden birisi olan erkler ayırımı bizde de üçe ayrılmıştır.
Yasama
Yürütme
 Yargı
Son zamanlarda ifade özgürlüğüne dikkat çekilmesi babında dördüncü güç olarak basın gösterilmektedir. Yani yukarıda sayılan üç temel erk ile birlikte bir ülkenin basını ne kadar güçlü ise yani basın ve ifade özgürlüğüne duyulan titizlik ve anlayış ne kadar gelişmiş ise o ülkenin demokrasisinin o kadar geliştiği vurgulanır.
Demokrasilerde yasama, yürütme arasında veya bu erkler ile halk veya bireyler arasında bir anlaşmazlık çıktığında sorunun çözüm mekânı şüphesiz yargı mekanizması olmaktadır. Burada da bir sıkıntı bulunmuyor ancak sanırız yargı konusunda artık bir değişikliğe gitmemiz gerekmektedir.
Bu değişiklik savcılar ile hâkimlerin çalışma alanlarını daha belirgin bir şekilde ayırmak şeklinde olmak durumunda. Ülkemizde savcılık mekanizması yargının bir kolu olarak algılanmaktadır. Yapılacak düzenlemeler ile Baro nasıl ayrı bir şekilde konumlanmış ise savcılık mekanizması da o şekilde düzenlenebilir.
Bu talebi şu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Savcılıklar ve savcılar bilindiği gibi kamu adına da zaman zaman davalar açabilmekte ve dava takibinde bulunmaktadır. Kişiler ile ilgili davalarda sorun görünmese de kamu davaları konusunda hâkimlerin ve savcıların etkileşim içerisinde bulunabilecekleri algısı çok yaygın. Bunun önüne geçilmesinde fayda bulunmaktadır.
Burada sözü basın ve ifade özgürlüğüne getirmek istiyoruz. Bilindiği gibi geçen hafta dava açılması kararı ile kamuoyuna yansıyan bir gelişme oldu. Batman Postası gazetesi sahibi M. Kemal Çelik hakkında içişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında yazdığı bir yazıdan dolayı kamu davası açıldı.
Yazının detaylarına geçmeyeceğiz ancak anlaşılması bazında konunun ana fikrini açıklayalım. Bakan BDP’lileri kastederek 75 milyon Türkiye yurttaşının tükürükleri ile 75 bin kişiyi boğacağını belirtmişti.
Kemal Çelik bu anormal davranış karşısında Sayın Bakanın zekâ testinden geçirilmesi gerektiğini belirten bir yazı yazmıştı. Savcılık bu konuyu sayın bakana hakaret çerçevesinde algılamış ve dava açmış. Şimdi buradaki durum zaten karışık yani milletine tükürmek mi yanlış zekâ testi istemek mi yanlış ya da hangisi hakaret kategorisine giriyor onu kamuoyunun takdirine bırakmak gerekiyor.
Bundan daha ilginç olanı ise Sayın Bakanın haberinin olup olmadığı dahi beli olmayan bu gelişme konusunda savcılığın yaptığı girişimdir. Bu tür davaların yansımaları ülkemiz için sağlıklı olmuyor. Çünkü ucu gidip ta bilmem nerelere dayanıyor ki uluslar arası arenada bunu izah etmek zorlaşıyor. Belki sayın savcımızın dikkatinde kaçmaktadır ancak basın konusunda ya da diğer değişle ifade özgürlüğü konusu hem ulusal hem uluslar arası düzeyde en çok adlarına dava açılan bakanları zor durumda bırakmaktadır.