Kürt Sorununun çözümü konusunda gelinen nokta gerçekten sevinilecek derecededir. Anlaşıldı ki, konuşmamak sorunları çözmüyor. Sorunları ötelemek, sorunun daha da katmerleşmesine yol açmaktan başka bir işe yaramıyor.

            Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki cesur çıkışı bu sorunun çözümüne ilişkin umutları beslemeye devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımız “aidiyet” kavramından yola çıkarak “Türkiye toprakları üzerinde yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduğunu, demokratik standartların yükseltilmesi durumunda sorunların daha kolay çözüleceğini” beyan etmiştir.

            Bir ülkede yaşayan bir insan neden kendini vatandaşı olduğu devlete aidiyet duygusu taşımaz? Neden kendini “başka” görür veya diğerleri onu neden “başka” olarak görür?

            Bu bölgede yaşayan insanlar, genel tabirle Kürtler, bu topraklara sonradan gelip yerleşen insanlar değillerdir. Tarihin akışı içinde medeniyetler kurmuş ve bu toprakları yurt edinmiş insanlar, bir süre sonra her şeyiyle yabancı bir sistemin içinde kendilerini buldular. Üstelik bu sistem onları oldukları gibi kabullenmediği gibi belli normlar dayatarak değiştirmeye çalıştı. Bu değişime karşı olan direnç bizleri bugünlere getirdi.

            Herkes soruna farklı yaklaşmaya çalıştı. Kimisi radikal çözümler önererek, silahlı mücadele yolunu seçti. Kimileri Kürtlerin mayasında İslam’ın etkin olduğunu belirterek, olaya İslami çözümler bulmaya çalıştı. Kimileri sistem içinde kalarak, siyasi mücadele yolunu benimsedi.

            Gelinen noktada Kürtlerin tek temsilcileri olduklarını beyan edenler ve buna karşı çıkanlar ile her iki tarafa da mesafeli durarak çözüm üretmeye çalışanlar mevcuttur. Ne olursa olsun, bugün çözümü konuşuyoruz.

            Bir insanın kendini ait görmediği kendinden bir parça bulmadığı bir ortamda mutlu olması mümkün değildir. Nitekim Avrupa gibi gelişmiş ülkelerde yıllarca kaldıkları halde memleket özlemiyle yanıp tutuşan binlerce insanımız mevcut değil mi?

            Nedir bu insanın kendini ait sanarak benimsediği değerler? Bunlar anadili ile konuşup yazabilme, kültürel kimliğini koruma, yaşadığı köy ve şehirlerine kendi dilindeki isimleri verebilme, evinde rahat, huzur ve güven içinde yaşayabilme gibi hususlardır.

            Bunlar olduğu zaman ne olacak? Öncelikle yaşadığı ülkede kendisini üvey evlat gibi görmeyecek. Bu ülkenin öz evladı gibi kendini hissedecek. Kendisinin yaşadığı şehir ve köylere de aynı hizmet gittiği zaman, kendini diğer şehirlerdeki insanlardan farklı görmeyecek. Ülke kaynaklarının bütün vatandaşlar arasında eşit ve adaletli paylaşımını gördükçe, bu kaynakları sahiplenecek ve geliştirmek için çalışacak.

            Her sene yaz aylarında okullarımızın camlarının kırılmasının aidiyet duygusuyla bir ilgisi var mı, diye soracak olursam ne alaka diyeceksiniz. Ben de size camı kıranlara sorarsanız onlar size en iyi cevabı verirler derim. Bu en basit bir örnektir. Çünkü okulda ve devlete ait kurumlarda kendinden bir parça görmemektedir. 

            Bu aidiyeti sağlamak için binlerce insanın toprak altına girmesi gerekmezdi. Ancak birileri oyunu böyle kurgulamıştı. Birileri devlet için insanların öldürülebileceği düşüncesini yürekten benimsemişti. Birilerinin akan kandan nemalanmaları gerekiyordu.

            Hükümetin bu süreci iyi yönetmesi kadar, sadece kendilerinin muhatap alınmasını isteyenlerin de bu sürece olumlu katkı sunmaları gerekmektedir. Bölgede DTP’ nin temsil etmediği veya kendini DTP ile aynı safta görmeyen ve DTP’ nin ürettiği politikaları desteklemeyen Kürtlerin ve diğer unsurların varlığını da unutmamak gerekir.

            Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin hep birlikte “ben bu ülkede yaşamaktan mutluluk duyuyorum” dediğimiz gün, bu sorun herkes için çözülmüş olacaktır.