Memlekette bir sıkıntı olduğu açık. Çünkü hemen hemen her alandaki insanımız, içinde bulunduğu koşullardan rahatsız olduğunu söylemi, tavrı, davranışı ile ortaya koyuyor. Bunu anlamamak için tam olarak geri zekâlı olmak gerekiyor.

Bu rahatsızlık sadece vatandaş tarafından dillendirilmiyor. Devleti yönetenler, bürokratlar, ekonomistler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, yazarlar da aynı dertten muzdarip olduklarını ifade etmekten çekinmiyorlar.

Devletin Maliye bakanı böyle giderse elde kalan son kontrol noktası olan mali disiplininde kaybolacağını ve ülkeyi toparlamanın zor olacağını belirtiyor. Belirtiyor belirtmesine de bu tavrından mı yoksa başka nedenden mi bilinmez partisinin MKYK bölümünden hemen şutlanıyor. “Anam babam Kürt ben bakanım” açıklaması bile konumunu korumasına yetmiyor.

BIST denilen bir borsamız var. Son gelişmelerden sonra tepetaklak oldu. 71 binlerde yüzüyor ve kimsenin de yükseleceğine ilişkin umudu yok.

İşsizlik desen başka bir dert. Gençlerimizin çalışma olanağı yok. Çünkü iş yok. Onlara bu imkânı sağlamaktan da uzak bulunmaktayız.

Toplum sosyal patlama düzeyinde hayattan küsmüş, kin ve nefret duyguları ile yaşama bakıyor. Sosyal yardım adı altında dağıtılan paralar da bunu önleyemiyor. Zaten son dönemde meydana gelen sokak patlamaları da bunu göstermiyor mu? Bunca insan hıncını neden haykırıyor ve birilerini yok etmek için kullanıyor sanıyoruz. Mesele sadece milliyetçilik duyguları mı sizce?

Ekonomi ve çalışma alanındaki sıkıntılar sosyal ve siyasal alanda da daha beter yürüyor. Devleti yönetenler bu soruna bir çare bulamamışken, parlamentoda bir arada yasa çıkarmayı bile becerememişken bir de sistem değişikliği ile karşı karşıya kaldık.

Eğer bir ülkede sistem değişikliği gerekli ise bu tartışılmalı, değerlendirilmeli, yorumlanmalı, açıklanmalı ve halkın kararına başvurulduktan sonra gerekli görülüyorsa yaşama geçirilmelidir. Ama bizde öyle değil. Ben söyledim, ben istedim buna kimse itiraz edemez mantığı ile hareket ediliyor. Halkın bir alanda ortaya koyduğu iyi niyet ve kararlılık hemen bir yana çekiliyor ve bu tavır sistem değişikliği ile aynı anlama getiriliyor ki bu doğru bir yaklaşım değil.

Gerçi bu ülkede artık tartışmalar da sıkıntılı oluyor. Çünkü güçlünün yanında olmayanların seslerini çıkarmaları, yayın yapmaları, yorum yazmaları ve yayınlamaları o kadar da kolay değil. Her gün gazetelere saldırılar, dergilere baskınlar, yazılara ve internet sitelerine kapatmalar bizim ülkemizde yaşanıyor.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de çatışmalı bir ortamın içinde bulduk kendimizi. Hem de etrafımız ateş çemberi ile çevriliyken. Suriyede, Irakta kan gövdeyi götürüyorken.

Peki neden?

7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan meclis tablosundan dolayı.

Seçimler sistem değişikliğini yaratacak sonucu doğurmadığı için, koalisyon hükümetini gösterdiği için kızıl kıyamet koptu. Saldırılar başladı ve sonuçta kendimizi bir kan gölünün içinde bulduk. Bu durumda yapılması gereken ve ihtiyaç olan elbette savaş değil barıştır. Bunu yapacak olan da elbette topluma liderlik yapan siyasetçilerdir.

Ancak siyasetçilerin gördükleri ile halkın gördükleri aynı değil galiba! Halk barış istiyor, huzur istiyor, anlaşma istiyor, barış istiyor. Bakmayın siz bir takım milliyetçi kesimlerin yaptıkları provokasyonlara, saldırılara, yakmalara ve yıkmalara. Toplumun çoğunluğu barıştan yana ama sesini çıkaramıyor. Çünkü hemen hainlik damgası yeme riski ile karşı karşıya kalıyorlar. En büyük saldırıların ve olayların çıktığı yerlerde bile bu eylemlere katılanlar halkın yüzde biri bile değil.

Bu konuda HDP’nin son dönemde izlediği politikaya yerinde gördüğümüzü belirtmek gerekiyor. Çünkü siyasetçi olarak, temsilci olarak, halkla bütünleşen, halkın yanında olan, tabanını yalnız bırakmayan tek parti ve liderlik kadrosu bu partide görünüyor. Son olarak bu konu ile ilgili olarak HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Muş'un Varto ilçesinde yaptığı konuşmada en acil ihtiyacın barış olduğunu söyledi, “Biz Kürt gençlerine asla savaşı, şiddeti önermiyoruz. Silaha gerek yok. Seçtiğiniz vekiller olarak en önde biz varız. Barış diye haykırırsak bunu Ankara da duyacak Kandil de duyacak. Biz barış istiyoruz. Ateşkes olmalı ve söz siyasete bırakılmalı" dedi.

Bu anlamlı bir çağrı ve yerinde bir konuşma. Eğer siyaset yolu ile silahsız bir yaklaşım sergilenirse eninde sonunda belirtilen merkezler de bu sese kulak vermek zorunda kalacak. Bu nedenle silaha da gençlerin kent merkezlerinde ölmesine de gerek yok. Barışta ısrar etmek ise elbette bütün toplum katmalarına düşmektedir. İktidarları barışa zorlayacak olan şüphesiz halkın tavrı ve söylemi olacaktır.

Bir de sistem değişikliği gündeme geldi. Halkın atanmışlar yerine seçilmişler tarafından idare edilmesi gibi. Bu sistem değişikliği konusunda  Demirtaş’ın söylemi şu; “..madem vizyonumuz 2023 ve demokrasiyi getireceğiz diyorsun. Gel belediye başkanlarına yetkiyi verelim. Valilikleri, kaymakamlıkları kaldıralım, atanmışların diktasına son verelim. Mahallede, köyde, ilçede seçilmişler halkı yönetsin.” Bu konuyu da ayrı bir yazı konusu olarak tartışmamızda fayda var elbet. Madem belediye başkanlarının yönetmesini istiyorsunuz o zaman belediye başkanlıklarını elinizde bulundurduğunuz yerlerde özyönetim açıklamalarına gerek var mı? Vesayet meselesini elbet biliyoruz ama bu da bir sistem değişikliği gerektirmiyor mu?