Malum ülke kan gölüne dönmüşken Başbakan Ahmet Davutoğlu Diyarbakır’a bir ziyaret gerçekleştirip Ulu camide namaz kılıp halkla buluştu. Hürbakış haber sitesinde Diyarbakır ziyareti ile ilgili olarak 03 Nisan 2016 tarihinde şu haber yayınlandı; “Başbakan Ahmet Davutoğlu, çözüm sürecine ilişkin olarak, "Halkın çözüm sürecinden beklediği şey, silahların tümüyle terk edilmesi. Böyle bir şey olursa, 2013 Mayıs’ına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir" dedi. "Spesifik olarak Ceylanpınar’da 2 polisimizi gece yarısı evinde şehit etmemiş olsalardı çözüm süreci bitmezdi" diyen Davutoğlu, "Operasyon başlatma gibi bir derdimiz yoktu" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, Diyarbakır'da aralarında Habertürk Gazetesi Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir’in de olduğu gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Davutoğlu'nun açıklamalarından bazı bölümler şöyle:

 "Çözüm sürecini biz bitirmedik. Barikat kuranlar, çukur kazanlar, iç savaş çığırtkanlığı yapanlar bitirdi. Onlar şehirleri bu şekilde silahlandırma ya da kamu düzenini neredeyse tümüyle yok etme yönünde çabalara girmemiş olsalardı, spesifik olarak Ceylanpınar’da 2 polisimizi gece yarısı evinde şehit etmemiş olsalardı çözüm süreci bitmezdi. Operasyon başlatma gibi bir derdimiz yoktu. 6-7 Ekim olayları bir dönüm noktası oldu. Onların niyetlerinin iyi olmadığını, o olaylarda açık bir şekilde gördük. 2-3 günlük anarşi hali, özellikle Suriye sınırına yakın bölgelerdeki ilçelerimizi daha kalıcı bir şekilde kontrol edebilecekleri yönünde bir vehme götürdü onları. Suriye’de “kazanım” diye düşündükleri şeyleri, Türkiye’de destabilize etmek için kullanmaya kalktılar. Tabii daha sonra, Türkiye ile hesabı olan dış aktörlerin de devreye girmesiyle (onların kim olduğunu tahmin edersiniz), son aylarda Türkiye’de terörün artmasında kimlerle ilişkilerimizin bozulduğunu görürseniz, onları da çıkarabilirsiniz.

Halkın çözüm sürecinden beklediği şey, silahların tümüyle terk edilmesi. Böyle bir şey olursa, 2013 Mayıs’ına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir. PKK silahı bırakacak, bunun başka yolu yok. Silah bırakıldıktan sonra, niye konuşulmasın barışın şartları içinde? O zaman siyasetin kanalı açılır. Silah konuşmaya başlayınca siyaset hissizleşiyor.

Silahın ilçelerimizi esir almasına izin vermeyeceğiz. Bu tür bir mücadeleyi sürdürürken, bir taraftan da demokrasiyi yaşanılır kılmaktan vazgeçmememiz, hak ve özgürlükler alanında bir daralma olmaması gerekiyor. Bu konuda hiçbir şeyi eksik bırakmamak lazım. Diyarbakır’da, Silopi’de, Cizre’de insanları hayata bağlamak lazım."

Peki,2013 Mayısında koşullar neydi?

Hatırlanacağı gibi 2013 Newroz’unda Diyarbakır’da Sırrı Süreya önder tarafından Abdullah Öcalan’ın İmarlıdan gönderdiği mektup okunmuştu. Mektupta özetle şu hususlara değinilmişti;

“Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır.
Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.
İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu
.
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.
Bugün yeni bir dönem başlıyor
.
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.
Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakârlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.
"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkez’ine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.
Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.”

Özetle Öcalan silahlı unsurların yurt dışına çıkmasını istemiş devlet de bunu benimsemişti. Şimdi o günlere tekrar dönebilirmiyiz tartışması başlamış oldu. Dönebiliriz dönmesine de yakılıp yıkılan kentler, göç edenler, yaşamını yitirin binlerce insanımıza, boşa heba olan enerjimize ne cevap verilecek? Başından beri yapmayın etmeyin dediğimizde manzaranın bundan farklı olmayacağı açık değimliydi? Yeni yıkımlar ve ölümler olmasın diye millet barışa olumlu bakıyor elbet yalnız gidenlerin vebalini kim ödeyecek merak konusu? Dileriz yeniden silahların sustuğu döneme bir an önce dönme başarısı gösterilir.