25 Ocak Pazar günü Akhaber  kaynaklı bir haber yayımlandı. Habere göre HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş fena yakalanmıştı. Haberde verilen resim dikkat çekiciydi belli ki genel başkan yemekli bir ortamda birileri ile yakalanmıştı. Arka taraftan çekilen fotoğrafta bir bayanın görüntüleri vardı. İlk bakışta böyle bir durum nasıl olur diye düşünüyorsunuz nasıl olur da bir partinin genel başkanı böyle ulu orta bir yerde bir bayanla yemek yer veya ….!
Ancak haberin devamını okuyunca işin aslı anlaşılıyor. Haber şöyle devam ediyordu: “HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, Doğan ve Gülen medyasının gazetecileri ile buluştuğu ortaya çıktı. İstanbul Borsa Lokantası'nda 18 Aralık günü geç saatlere kadar süren yemekte Hürriyet'ten Sedat Ergin ve Ahmet Hakan, Hürriyet'in İngilizce gazetesinden Nuray Mert, Gülen örgütünün yayın organı Bugün'den Nazlı Ilıcak ile Oral Çalışlar vardı.
Ayrıca Aslı Aydıntaşbaş, Fatih Çekirge ve Kadri Gürsel'in de yemekte bulunduğu iddia edildi. Bu ilginç buluşmanın ardından dün ise Selahattin Demirtaş'ın genel seçimlerde Kadıköy'ün bulunduğu İstanbul 1. Bölge'den aday olacağı açıklandı.
GÜLEN VE DOĞAN MEDYASI DEMİRTAŞ'A ÇALIŞABİLİR
Art Arda gelen gelişmeler üzerine 17 Aralık sürecinden beri aynı çizgide buluşan Doğan ve Gülen Medyası'nın bu kez HDP'yi mi destekleyeceği soruları akıllara geldi.”
Haberin tamamı okununca durum anlaşılıyor ama başlık yürekleri hoplatan cinsten.Öyle ya kaset savaşlarının yaşandığı bir dönemde böylesi haberler korkunç etkiler yaratabiliyor.
Gelelim habercilik etiğine böyle bir başlık atan habercilere haberci demek ne kadar doğru acaba? Basın mensupları ile bir araya geldi diye korkuya kapılanların haber mantığı ile daha evvel kaset savaşları ile politikacılara savaş açanlar arasında bir fark var mı sizce? Birilerinin fena yakalandığı açık ancak bu kişinin kim veya kimler olduğu sorgulanmalı değil mi?
HEBÛNA WE HEBÛNA ME YE!
“Hebûna we hebûna me ye”başbakan Ahmet Davutoğlu 25 Ocak 2015 tarihinde Ak partinin Batman il Kongresinde bu cümleyi kullandı hem de Kürtçe yani yıllarca yasaklı olan ülkem insanının anadiliyle. Anlamı ”varlığımız varlığımızdır.”
Aynı gün yaptığı konuşmada siyasal değerlendirmelerde bulundu ve “Hakkari ne kadar Kürt ise Edirne de o kadar Kürt’tür. Edirne ne kadar Türk ise Hakkari de o kadar Türk’tür” dedi. Herkesin ülkenin her tarafında siyaset yapabileceğini konuşmalar yapabileceğini ve düşüncelerini ifade edebileceklerini söyleyerek bir demokrasi tablosu çizdi ki bu beklenen ve arzulanan bir durumdur. Bunun garantisi olarak da kedilerini gösterdiler. Ne kadar güzel bir yaklaşım deyip yüreklere su serpen açıklamayı keyifle seyrederken birkaç dakika sonra yayınlanan haberi görünce içimiz burkuldu. Çünkü demokrasi tablosu memleketimin başka bir köşesinde Cizre olayları konusunda açıklama yapan HDP üyeleri saldırıya uğramış ve polis gözetiminde parti binasına sığınmışlardı. Saldırganlar parti flamalarını veya bayrakların yırtarak ortaya attıktan sonra polis uyarısı ile dağılıyorlardı. “Varlığınız varlığımızdır” denilen bir memlekette bunların olmaması beklenir değil mi?
DİK KUYRUK!
Her ülkenin kendine has hikayeleri benzetmeleri bulunuyor. Kürtlerin de bir çok söylemi bu hikayelerde saklı hem öğüt hem yol gösterici. Bu hikayelerden birisi de şöyledir. Bir gün ormanda aç kalan Kurt, Tilki ve Arslan bir arada bulunmaktadırlar. Açlıklarını gidermek için yakaladıkları hayvanı parçalayıp yemek için bekleşirler. Kral Aslan paylaşım görevini kurt’a verir. Kurt hayvanı parçaladıktan sonra eti ikiye ayırıp bir parçasını kendine diğer parçaya Aslana ayırırken sakatatları da Tilkiye ayırır. Herkesin payını ayıran Kurt diğerlerini sofraya davet eder. Durumu gören Aslan paylaşımı beğenmez. Kurt’a seslenerek paylaşımı nasıl yaptığını sorar. Kurt yaptığını anlatır. Aslan kendini Aslanla eşik gören Kurttun tavrını beğenmez ve onu tuttuğu gibi yandaki bataklığın içine fırlatır. Baş üstüne batağa saplanan kurt çırpınsa da kendini kurtaramaz ve boğulur boğulurken de çektiği zorluktan dolayı kuyruğu dimdik hale gelir. Arslan bu kez paylaşım için Tilkiyi görevlendirir. Tilki kargaşada kirlenen eti temizledikten sonra üst üstü koyar. Sonra sakatatlar içinde kalan bir iki parçayı da temizleyip üzerine koyar ve işin tamamlandığını bildirir. Aslanın Tilkiyi öldürmek için aradığı bahane ortadan kalkmıştır.Buna rağmen Tilkinin bu aklı nereden aldığını sorgular.Tilkinin cevabı açıktır. “Ben bu aklı çamur içindeki dik kuyruktan aldım” der. Başbakan Ahmet Davutoğlunun Pazar günü yaptığı konuşmayı dinleyince ister istemez bu hikayeyi anımsadık. Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bu baş bu gövdedeyken, bu yürek bu bedendeyken Allah şahittir ki bir gün dahi Kürt, Türk ayrımı yapılmasına izin vermeyeceğiz. Alevi, Sünni ayrımı yapılmasına izin vermeyeceğiz. Suriye'de Halep'in, Hama'nın, Humus'un, halini gördükten sonra, Irak'ta, o güzelim Kerkük'ün, Musul'un, Bağdat'ın halini gördükten sonra dışarıdaki emperyalistler, işbirlikçileri, içerideki uşakları ne kadar çaba sarf ederlerse etsinler Diyarbakır'da Batman'da, Van'da, Şırnak'ta, altını çizerek söylüyorum: Cizre'de ve bütün Türkiye'de özgürlük ve güvenlik hakim olacak" dedi
Bu aklı nereden aldı dersiniz?