Yıllardır şu veya bu şekilde şurda burada yazarız. Ama yine de içimde  “iyi yazan” biri olmaktan çok “iyi bir okur” olduğuma hep inanmışımdır. Müptelayım onun çünkü. Okumaktan yoksun kaldığım gün ve anları duyumsarım, eksik kalır bir yanım.  Onlarsız kalan sigara, çay tiryakileri gibi, madde bağımlısı örneği kaşınır gibi olurum ben de, okumadığım günlerde.  Gün aşırınca bedeni karıncalanan akşamcılar gibi deyin siz.

                        Yer yüzündeki en büyük sermayem.

                        Var olmasıyla gurur duyduğum, Tanrının bana bahşettiği en güzel bir alışkanlıktır. Bilenler bilir; kimileri için beyin açlığının giderilmesidir okumak, susuzluğu giderme türünden bir beslenme gibidir ..

                        Güçlü bir kaleminiz varsa bile çoğu kez, “ne de güzel yazmış, sanki içimdekileri okumuş gibi” diyebileceğiniz yazarlara, yazılarla karşılaştığımız oluyor değil mi? Ben de öyleyim.

                        Ruhları yıkasın diye Allah tarafından konulan bir ibadet ayında, “mütedeyyinliği”liğiyle övünen  Başbakanımızın, Kürt silahlı hareketine karşı başlatmayı düşündüğü “huruç” harekatını, “mübarek ayın hatırına” şimdilik erteleyeceğini, söyleyince rahatlamıştık az biraz. Siyasette bir gün bile uzun bir zamandır, ne de olsa bir  ülke yönetiyor diyerek, adamın gönlüne belki Allah korkusu düşer diye umutlanmıştık. Ne ki, bu söyleminin üzerinden yirmi dört saat geçmeden öfkesine yenilerek, inandığı  kutsalın içindeki “hatır” payını unutup, bir anda elinin tersiyle iterek Kürt dağlarına bomba yağdırttı.

                        Arkası da gelecek dendi. Denmesine dendi ama meydan da tamamen Kürtleri iyice pıstıracak, (oysa karşı bir direnme sonucunda ülkenin gerçek bir “bölünme”yele karşı karşıya bırakma olasılığını düşünmeksizin)  yeni bir takrir-i sukûn’un yaşama geçirmesini teşvik eden yandaş medya ve kalemlerinden kan damlayan muharrirlerine de kalmadı; az yukarıda değinmiştik ya bazan insana “Oh!” dedirten ve toplumun vicdanı olacak denli bir yüreğe sahip karşı/kalemler güzel yazılar da yok değil. d

  

                        Oya BAYDAR bunlardan birisi.

          Başbakan’ın celallenerek kükrediği günlerde rastladım yazısına. Tayip Erdoğan’a yazdığı açık mektup“rojevakurdistan.com” sitesine asılmıştı. Sadece okşamamıştı, içimi, gönlümü okumuştu sanki. Fazla uzatmadan siteden aldığım aşağıdaki yazısını (daha önceden okumuş olanların anlayışına sığınaraktan) aynen sizinle paylaşmak istiyorum.            


            “Başbakan Erdoğan'ın, BDP'yi hedef gösteren sözlerine tepki gösteren Yazar Oya Baydar, Erdoğan'a yazdığı açık mektupta, "Barış ve uzlaşma dilini kullanmayı bilseydiniz, bugün çok farklı yerlerde olabilirdik. Kendi geçmişinizi hatırlayarak anlayabilirsiniz. Hatırlayamıyorsanız, hatırlamanıza yardımcı olabilirim. Savaş dilinizi düzeltin" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, BDP ve DTK'yı hedef alan,
 
"Bıçak kemiğe dayandı. Bölücü terör örgütü ile arasına mesafe koymayanlar da bu suça iştirak ediyor. Onlar da bunun bedelini ödemeye mahkum olacaklardır. Bunun faturası ağır olacak. Kendi kendilerine bu ülkenin şehirlerinde gayri meşru, illegal parlamentolar oluşturmak suretiyle kimse bu ülkenin herhangi bir ilinde herhangi bir operasyon veya ameliyat yapamaz" şeklindeki sözlerine tepkiler gelmeye devam ediyor.

Başta BDP ve DTK yöneticileri olmak üzere birçok kesim yaptıkları açıklamalar ile Erdoğan'a tepki gösterirken, Yazar Oya Baydar da Başbakan'a açık mektup yazdı. "Sol Arayış" isimli web sayfasında yayımlanan mektupta, "Türkiye'nin birincil sorununu çözüm yoluna sokmaya niyetli misiniz Sayın Başbakan?" sorusu ile başlıyor.

'İfade biçiminiz özünüzü yansıtır'

Bu soruyu bir yurttaş olarak sorma hakkının olduğunu ifade eden Baydar, 
"Barış ve uzlaşma dilini kullanmayı bilseydiniz, bugün çok farklı yerlerde olabilirdik" dedi. "Arınç'ın, Çiçek'in, diğerlerinin Kürt insanına ve Kürt siyasal hareketine karşı kullandığınız dil, çözüm isteyen bir siyasi iradenin dili değil" ifadelerine yer veren Baydar, "Aşağılayıcı, ötekileştirici, kışkırtıcı, öfkeli savaş dili. Dil deyip de geçmeyin: 'İfade-i meram ayniyle insan', derler. Diliniz ve beden dili dahil ifade biçiminiz niyetlerinizi ve özünüzü yansıtır. Uzlaşmanın diliyle savaşın dili birbirine zıttır. Burnunu sürtme diliyle eşitlik dili, aşağılama diliyle onurlandırma dili farklıdır; karşıdaki bunu hemen anlar. Yani 'gel, buyur, otur'la, 'geç otur' meselesi" hatırlatmasında bulundu.

'Geçmişinizi hatırlayarak anlayabilirsiniz'

"Bırakalım daha önemli, öze değgin konuları, ağır siyasi kararları bir yana; beğenin beğenmeyin, Kürt halkının lider saydığı kişilere, kendini temsil ettiğine inandığı siyasal örgütlere, hareketlere, sizin 'bölücü terörist' dediğiniz, ama o halkın 'özgürlük savaşçısı', evlatları saydığı gençlere karşı kullandığınız her düşmanca sözcük, her aşağılayıcı ve tehditkâr hitap, karşı tarafta hesaplayamadığınız ölçülerde büyüyen öfke, tepki, güvensizlik ve düşmanlık doğuruyor" uyarısında bulunan Baydar, şunlara vurgu yaptı: "Biraz empatiyle, biraz kendi geçmişinizi hatırlayarak anlayabilirsiniz bunu. Unuttuysanız, hatırlamanıza yardımcı olayım. Bir zamanlar, bu ülkede Müslüman kimliğinizle siyaset yapmanız düzenin egemenleri tarafından engellenirken; kutsallarınız, değerleriniz, yaşam biçiminiz burnu büyük Cumhuriyet elitleri tarafından küçümsenirken, bir kesim insanımız 'karnını kaşıyan adam' veya (örtülü arkadaşlarımdan ve herkesten özür dileyerek, utanarak tekrarlıyorum) 'kara böcek' olarak aşağılanırken, içinizde duyduğunuz haklı öfkeyi, yumruklarınızı nasıl sıktığınızı, sistemin egemenlerine karşı nasıl bilendiğinizi, güvensizliğinizi ve hıncınızı hatırlayın. Dil her şey değildir ama çok şeydir. Barış ve uzlaşma dilini kullanmayı bilseydiniz bugün çok farklı yerlerde olabilirdik."

Baydar, mektubunda ayrıca Erdoğan'a şu soruları yöneltti: 
"Hazırlığınız olmadığından; ya da ideolojik kısıtlılıklarınız, milliyetçiliği aşamayan anlam dünyanız, neoliberal ekonomik büyüme doktrini dışında 2000'ler başının ufkunu kavrayamamanız yüzünden -kimlerse onlar- birileri sizi/sizleri yanlış yönlere, batağa mı sürüklüyor? Dolmuşa mı bindiriyor amiyane tabirle? Neden mi böyle düşünüyorum? Kürtlerin kimlik ve onur mücadelesini yok sayıp (ya da anlamayıp) iktidarınızın zekâtı olarak onlara 'bahşettiğiniz', kâdiri mutlak edasıyla ihsanda bulunduğunuz kimi haklarla neden yetinmediklerini, attığınız kemikleri havada kapmak için neden sıçramadıklarını, neden 'nankörlük' ettiklerini anlamayıp bu nankörlere(!) kızıyorsunuz da ondan. 31 yıl Avrupa'da mülteci olarak yaşamış, epeyce de yaşlanmış Kemal Burkay'ı, sadece Kürtlerin değil hepimizin de içini burkan, zarafetten ve siyasal basiretten hiç nasibini almamış şekilde, onun ve Kürtlerin onurunu zedeleyerek panayırda dolaştırır gibi dolaştırmaktan bir şeyler umduğunuzu izliyorum/izliyoruz da ondan."

Baydar mektubunu şu cümlelerle sonlandırıyor: "Kürt sorununun, muhafazakâr milliyetçilikle, statükocu devlet refleksleriyle, ülkeyi karpuz sanıp 'böldürmeyiz' diye feryat eden koroyla, kendi Kürt'ünü ve kendi Kürt liderlerin yaratmaya çalışmakla ve de din kardeşliği temalarını istismar ederek çözümü mümkün değildir. Olmadığı denenmiştir."

Alın size bir bayram yazısı.

İyi ki okur/yazarım ve iyi ki bu yazıyı okuyabilmişim.

Ah, bir de yüz binlerce insanın aklına tercüman, onların içini okuyabilen bu denli güzel yaza bilseydim..

Kaleminle bin yaşa sen,  Oya hoca.

Düşüncelerine minik bir katkı olsun diye A.Einstein’in şu sözünü düşmek istiyorum: “Aynı şeyleri yapıp farklı sonuç beklenmez.”