Yazarın sorumluluğu nedir?
Yazar diğer vatandaşlardan nasıl farklılaşır?
Daha doğrusu yazar yaptıkları ile bir farklılık yaratmak zorunda mı?
20. yüzyılın en etkili düşünür ve yazarlarından Jean-Paul Sartre; Yazarı, “çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın” olarak görüyor. Aydının görevini; “yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek” diye tanımlıyor.
Her yazıyı bir girişim olarak gören Sartre, “Yazmak, özgürlük istemenin bir biçimidir” diyor. Ona göre, ezilmeyi ve köleliği savunan hiç kimse büyük bir yazar olamaz. Bir yazar, tüm insanlar için yazdığına göre, bir kez yazmaya başladı mı ister istemez bağlıdır artık. Çünkü yazmak, bağlanmak demektir.
Dostoyevski; “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur” diyor.
 O halde biz de yazarı;
Çağının sorunlarına sırt çevirmeyen
Toplumun yaşamında bulunan bütün sorunlar hakkında sorumluluk taşıyan
Özgürlük isteyen
Hak ve hukuk konusunda duyarsızlık göstermeyen
Köleliği onaylamayan
Değişimin peşinde olan kişi olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımlama doğaldır ki yazarı toplumun diğer bireylerinden ayırır ve öncü konumuna getirir.
Haksızlık karşısında, yanlışın karşısında sesini çıkarmak gibi bir sorumluluk taşıyan aydın ve yazarların değişim konusunda üzerlerine düşen görevi de yapmaları gerekmektedir.
Doğrunun peşinde, haklılığın peşinde olan yazar ile cebinin peşinde mevkinin peşinde olan yazarları ayırmak gerekiyor. Yanlışın borazanlığını yapan, güçlünün destekçisi olan, sırf kendisindendir diye sessiz kalan veya destekleyen yazarların yazdıkları yazıları sorumsuzluk örneği olarak bir kenara koymamız gerekiyor. Doğruyu söylemek ve yazmak yazarın temel görevi olmalıdır.
Sorumlu,
Barıştan yana,
Çözüme katkı sunan,
Doğrudan taviz vermeyen,
Sıkıntıları göğüsleyen kişidir yazar.
Peki, bunu yapanı ne yaparlar?
Dokuz köyden kovarlar!
Zaten bu yüzden onuncu köyün sakinidir yazarlar ve aydınlar!
Toplumda olup bitene yabancı olan, Toplumun tarihsel mirasına sahip çıkmayan, Toplumun gelenek ve göreneklerini kayıt altına alıp yaşatılması için çaba göstermeyen, Toplumdaki haksızlıklar karşısında ezilenden yana tavır koymayan, özgürlükler için mücadele etmeyen, herkesin korktuğu ortamda gerçekleri söylemekten kaçınan kişiler toplumun aydını ve de yazarı olabilirler mi?
Elbette olamazlar.
Yazar çağının gerçeklerini gören, bu gerçekler ışığında yaşadığı toplumun değişim evresine katkı sunan, toplumun özgürlüğü için çırpınan kişidir ve bu onun aynı zamanda sorumluluğudur.
Yazar bunları yaparken bir beklenti içinde de değildir, olamaz. Düşüncelerini dile getirir, öğrendiği ve bildiği gerçekleri yazar ve okurları ile toplumu ile paylaşır. Kendini toplumundan soyutlamaz. Toplumun değerleri ile değerlenir ve bu değerleri koruma ve geliştirmenin mücadelesini verir. Böyle yaptığında topluma mal olur. Çünkü yazar eserleri ile yaşayacağını bilir. Yazdığı eserler ne kadar toplumu ve toplumsal yaşantıyı yansıtıyor ise o kadar gerçekçidir. Toplumun özgürlüklerini artırmaya ne kadar katkı sunuyorsa o kadar özgürlükçüdür. Ezen ile ezilen arasında ne kadar ezilenden yana tavır koyuyorsa o kadar demokrat ve doğrucudur. Bu da ancak toplum ile kendisi ile barışık olmasıyla mümkün olur. Yazar kendisi ve toplumu ile barışık olmak zorundadır. Barışık olmazsa zoru başarma konusunda yaratıcı olamaz.
Yazarın büyüklüğü ne kadar çok kitap sattığı ile ölçülemez.
Ne kadar ödül aldığı ile de ölçülemez.
Hangi yayınevinden eser çıkardığı da gösterge olamaz.
Yazarın büyüklüğü ancak ve ancak toplumun sorunlarını ne kadar doğru bir şekilde dillendirdiği ile ortaya çıkar.
Dünya klasikleri yazan yazarların eserleri kaç adet basılmıştı diye bir soru soranı gördünüz mü?
Ya da yayınevini soran?
Netice itibariyle yazar yaşadığı toplumdan, ülkeden, çağdan sorumlu olan kişidir. Sorumluluğunu bir kenara atamaz. Toplumun sorunlarından uzaklaşamaz. Bu nedenle yazar bu sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır.